3 bela, başbela

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın her seferinde dikkat çektiği şu üç bela, hakikaten İslam dünyasını tehdit eden baş bela niteliğindedir: Terör, mezhepçilik ve ırkçılık. 

Terör öylesine bir baş belasıdır ki; ne din tanıyor, ne inanç, ne ırk, ne de mezhep.

Terörün kutsalı yoktur.

Çünkü kutsal olan insan hayatını hedef alıyor.

Kendini sözüm ona en hakiki Müslüman olarak tanımlayan bir grubun İslam’ın en kutsal kentinde, en kutsal bir ayda terör yapıyor olması artık başka izahı gerektirmeyen nasıl bir belayla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.

Terör kimden gelirse gelsin lanetlenmediği sürece insanlığı çürütür.

Ne yazık ki günümüzde terör arasında ayrım yaparak insanlığımızı çürüten anlayışlarla karşı karşıya bulunuyoruz.

DAEŞ bir terör eylemi koyduğunda yeri göğü inletenler, PKK’nın terör eylemleri karşısında arkalayıcı ve haklılaştırıcı bir yerde kendilerini konumlandırabiliyorlar.

DAEŞ terörüne karşı PKK’yı, PKK’ya karşı DAEŞ’i arkalayanlar bilinmelidir ki insanlık suçu işliyorlar.

Modern zamanlarda terör, bölgesel ve küresel rol kapma veya devletlerin hegemonik güç ilişkilerinde işlevsel bir araç olarak kullanılabilmektedir.

Artık devletler birbirleriyle savaşmak yerine terör örgütleri üzerinden birbirleriyle savaşma yoluna gidiyorlar.

Günümüzde bu tür savaşlara “vekalet savaşları” deniliyor.

PKK da DAEŞ de bölgesel ve küresel güçlerin “vekalet savaşları”nı yürüten terör örgütleridirler.

Bakmayın siz her iki örgütün birbirine karşıt konumlandırıldığına.

Gerçekte her iki terör örgütünün ipleri bir merkezin elinde.

Onların efendileri bir.

Biri olmadan öteki olamaz.

Birinin varlığı, ötekinin varlığına muhtaç.

Her iki terör örgütünün Erdoğan liderliğindeki Türkiye’ye karşı eşzamanlı olarak devreye sokulmuş olması asla tesadüfle izah edilemez.

***

Mezhepçilik, bir sapmadır.

Mezhepler nasıl insani bir gereklilik ise mezhepleri dinin yerine ikame edip mezhepçiliği bir savaş ideolojisine dönüştürenler de insanlığın katilleridirler.

Kendilerini Sünnilik veya Şiilik temelinde tanımlayanlar bilmelidirler ki; ne Sünnilik diye bir dinimiz var bizim, ne de Şiilik diye bir dinimiz.

Bizim bir tek dinimiz var. O da İslamiyet’tir.

Mezheplerimiz farklı olabilir, ama dinimiz asla!

Mezheplerini dinlerinin önüne geçirenler öncelikle kendi inançlarını/imanlarını sorgulamalıdırlar.

Ayrıca bilinmesi gereken bir husus var ki o da şudur: Ne kendilerini Sünni diye tanımlayanlar homojen bir topluluktur, ne de Şii diye tanımlayanlar...

Sünniliğin de Şiiliğin de bin bir yorumu var.

Sünniliğin de Şiiliğin de türlü mezhepleri var.

Bütün Sünniler aynı mezhebe sahip olmadığı gibi bütün Şiiler de aynı mezhebe mensup değildirler.

Aleviler birbirinden farklı farklıdırlar.

Birbirini “hakikilik-sahtelik” temelinde reddeden Sünnilerin de, Şiilerin de sayısı az değildir.

Öyle Sünni gruplar vardır ki birbirlerine düşmanlıkta sınır tanımazlar.

Öyle Şii/Alevi gruplar vardır ki birbirlerinin kanına ekmek doğrarlar.

Demek istediğim o ki; kim ki kendi mezhebini veya din yorumunu bizatihi dinin yerine ikame eder ve mezhebini/doktrinini diğer Müslüman kardeşlerine karşı bir savaş ideolojisine dönüştürürse bilesiniz ki hem dinini, hem de insanlığını katlediyordur.

***

Irkçılık, bir cahiliye pisliğidir.

Irkçılık, bir insanlık suçudur.

Hiç kimse kendi ırkını seçerek dünyaya gelmiyor.

Kendi ırkı üzerinden üstünlük iddiasında bulunanlar, başka bir deyişle, ırkçılığı bir ideolojiye dönüştürenler bilesiniz ki Müslümanlıktan da insanlıktan da bi-nasiptirler.

Hiçbir Türk’ün bir Kürde, hiçbir Kürdün bir Arap’a üstünlüğü yoktur.

Üstünlük sadece ve yalnızca takva iledir.

Hepimiz Adem’in çocuklarıyız ve Adem ise topraktandır.

Allah’ın tüm kullarının sahip oldukları haklar aynıdır.

Herkes bir tarağın dişleri gibi müsavidir.

Dinde kardeş olanlar ile hilkatte/yaratılışta kardeş olanlar arasında hak ve özgürlükler açısından ayrımcılık yapanlar insanlık suçu işlerler.

***

Müslümanlığımızı ve insanlığımızı yeniden kuşanarak hepimizi tehdit eden bu 3 belayı hep birlikte kendi zihni ve fiziki coğrafyamızdan def etmeliyiz.