32 tutuklu ‘gazeteci’

Şu gerçeğin hala farkına varamadılar. 

Sıfatınız ister gazeteci, ister manav, ister işadamı, ister konsolos eşi, isterse kasap olsun yasalar önünde herkes eşit olmak zorunda. 

Yani sıfat, size suç işleme özgürlüğü vermez. Üstelik bazı sıfatlar, sahibini daha dikkatli olmaya zorlar. Misal diplomatsanız, uluorta açıklama yapamazsınız, ülkeler arası krize neden olursunuz. Konsolos eşi olmanız, dikkatsiz araç kullanıp, iki kişiyi yaralayıp, olay yerinden kaçtıktan sonra cezasız kalmanızı gerektirmez. (İsveç konsolosunun eşi 3 küsur yıl ceza aldı)

Örnekler çok ama biz esas konumuza dönelim. Bir kere gazeteci sıfatınız size doğru haber yapmayı gerektirir. “32 gazeteci” tutuklu diye haber yapıyorsunuz ama ismini verdiğiniz gazetecilerden biri sosyal medyadan mesaj atıp “ben tutuklu değilim” diyor. Hadi bir tane gözünüzden kaçtı diyelim. O 32 isim arasında yer alan Cüneyt Hacıoğlu, Faysal Tunç ve Ömer Gül de tutuklular arasında olmayınca aslında ne kadar özensiz “gazetecilik” yaptığınız ayan beyan ortaya çıkıyor.

Tek yapmanız gereken “Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü”ne sormak. Ama gerek görmüyorsunuz çünkü propagandanıza yaramıyor bu bilgi.

Gerek görmediğiniz bir başka bilgi de o 32 ismin (aslında 28) hangi gerekçeyle tutuklandığı. Size inansak o isimlerin tamamının yaptıkları haber nedeniyle cezaevinde olduğunu sanacağız. Oysa iddianameye bakmak yeterli.

Silahlı terör örgütüne üye olmak, terör örgütüne yardım ve yataklık etmek, devletin güvenliğine ilişkin belgelerde tahrifat yapmak, amacı dışında kullanmak, çalmak, Anayasal düzeni zorla değiştirmek, örgüt adına suç işleme ve hatta suç işlemek için çete oluşturmak ve o çetenin lideri olmak bu “gazetecilerin” iddia edilen suçları.

Düşünsenize.

Hükümeti yıkmak, ihanete ortak olmak, ülkenin liderinin Lahey’de yargılanması için her türlü numarayı çevirmek ya da bir çete kurup lideri olmak istiyorsunuz. Çok fazla düşünmenize gerek yok. Hemen bir gazete/dergi/ajans kuruyorsunuz. (ki amacınız gerçekten gazetecilik değilse çok da zor ya da maliyetli değil). Bir mevkute dilekçesini basın savcısına veriyorsunuz. İzne bile gerek yok. Bu dilekçenin ardından “gazeteci” oluyorsunuz. Eğitiminize göre bir süre bekleyip sarı basın kartınız da oldu mu artık yukarıda sayılan tüm suçları işlemeniz “doğal” hale geliyor.

Üstelik bu absürt duruma teşne olacak, değirmenine su taşıyacak yerli/yabancı işbirlikçiler de aportta bekliyor. Dar fakat geçmişte sesi çok çıkan o mahalleyi de arkanıza aldınız mı gerisi çorap söküğü gibi geliyor. Ülkenin ana muhalefet partisinin genel başkanı bile çıkıp, tüm bu suçları görmezden gelip “gazetecileri serbest bırakın” diyebiliyor.

Garipsemeyin bu durumu. Çünkü aynı genel başkan kendi partisinin milletvekili “Türkiye DAEŞ’e sarin gazı veriyor” diye saçmalamasına rağmen “bizi, partimizi bağlamaz” diyebiliyor. Yani “bu deli saçması doğru da olabilir” demeye getiriyor. Yerseniz.

Bu mu gazeteciliğiniz?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkmenistan dönüşü uçakta gazetecilerin “İsrail ile ilişkiler” bağlamındaki sorularına cevap verdi. Özetle “Üç şartımız vardı, özür dilediler, tazminat ve Gazze ablukasının kaldırılması şartını da yerine getirirlerse ilişkiler normalleşir. İsrail’in de, Filistin’in de Türkiye’nin de faydasına olur bu durum” dedi Erdoğan.

İsrail’de yayın yapan Yediot Ahranot gazetesi büyük gazetecilik başarısı! gösterip kim olduğu hala bilinmeyen İsrailli bir diplomata dayandırarak karşı bir haber yaptı.

İsrailli diplomata göre Türkiye’nin abluka kaldırılsın önerisi saçmaymış. “E ne var bunda?” demeyin. Haberin devamını Cumhuriyet ve Zaman gazetesi getirdi. Kim olduğu bilinmeyen İsrailli bakanın açıklamasını sanki İsrail hükümeti yapmış gibi manşet attı “İsrail’den Erdoğan’a jet yanıt” dedi.

Aslında ne İsrail Dışişleri Bakanlığı’ndan, ne Başbakanlıktan, ne de Cumhurbaşkanlığı Basın Ofisi’nden bir cevap yok ama olsun bunlar “gazeteci” oldukları için ne yapsalar, ne yazsalar doğru kabul edilmeli. Ondan sonra da neden bu hale geldik diye soruyorlar ya? Cevap burada aslında.