58. madde değişti nihayet. Şaşırdım mı? Yo, niye şaşırayım ki? Bakın, 4 Nisan’da ne yazmışım: “Sessiz sedasız 58. madde değiştirilir. Göstermelik puan silme cezaları verilir. Bir bakarız, play-off sıralaması alt üst oluvermiş. İş az hasarla çözülüvermiş.” Tabii, play-off’un tadı kaçmasın diye sezon sonu beklenir diye düşünüyordum ben; Etik Kurulu Raporu’nun “hızlandırıcı etkisi”ni hesaba katmayı unutmuşum.
4 Nisan’da söylediğim şeye bir duyum falan nedeniyle değil, mevcut tablonun analizi sonucunda varmıştım. Olabildiğince de ironik bir dil kullanmaya çalışmıştım. Ama ne ironi çabam ne düşgücüm, bunca takımın PFDK’ya “göstermelik sevki”ne yetişebilirmiş; onu anladım şimdi. Bari “Türk Futbolu”nu toptan sevk etseydiniz PFDK’ya! Hiç değilse bu göstermelik çaba, umulmadık bir “sahicilik” kazanırdı bu yolla!
Efendim, şimdi de kafa yorulması gereken pek çok “ince detay” var: Kararlar ne zaman çıkar? Puan silme bu sezon mu olur, gelecek sezona mı kalır? Puan silme gerekir mi, mevcut teşebbüsler “ağır ihlal” kapsamında görülür mü? Kulüplerin tepkileri süreci nasıl etkiler? UEFA’nın tutumu ne olur? Say dur, daha bunun gibi bir sürü tumturaklı başlık. Açık söyleyeyim, bunların hiçbiri umurumda değil. Ayrıca bunlara kafa yormayı, “futbolseverlik” tanımına hakaret ve ihanet olarak kabul ediyorum kendi adıma.
Tam 10 ay olmuş soruşturma başlayalı. Dile kolay, 10 ay. Daha 6 Temmuz’da TFF’ye çağrıda bulunmuş, “Bu iş duraksama, sürünceme, belirsizlik, kararsızlık kaldırmaz” demiştim. Ötelemeden kaçının diye yazdım defalarca. Sonradan anladım ki öteleme falan yok, düpedüz oyalamaca var. “Öteleme”de bir strateji, bir yol haritası olur hiç değilse, “oyalamaca”da o da yoktur: Sınava çalışmayan öğrencinin “Yarın deprem falan olsa da okullar tatil olsa!” demesine benzer. Akıldışı bir bekleyiş vardır onda. Sabah oldu, zil çaldı, Türk Futbolu tıpış tıpış sınıftan içeri girdi, ne yapacağını bilmez bir halde. 10 aylık öykünün anafikri bu.
Ne değişmeliydi?
Yeni sözüm yok, 3 Temmuz’dan beri yazdıklarımdan bir derleme: “Türk futbol camiası bir tür ‘kapalı devre’ye dönüşmüş durumda. Yerleşmiş hastalıklar, alışılmış ‘iş bitirme’ yöntemleri, nüfuz politikaları, ayrıcalık ve baskı mekanizmaları. Yukarıdan aşağıya işleyen, kanıksanmış bir düzen. Türk futbolunda yönetimlerin sahip olduğu ağırlığın ve belirleyiciliğin mutlaka azalması gerekiyor. Taraftarı futbolun ruhuna aykırı bir düşmanlığın öznesi haline getiren, işin odağına bir tek kendi takımını koyan, TFF’ye ve kurullarına bu bakışla el atmaya çalışan, transfer ve menajerlik sistemini yoldan çıkaran, futbolcuyu köleleştiren, teknik adamı şamar oğlanına çeviren bu yönetsel zihniyet daha fazla ayakta kalamaz.”
Bende bu umudu yeşerten neydi, onu da yazdım: “Tüm farklılıkları silen, herkesi aynı yerde buluşturan şey futbolun ‘ahlak alanı’dır. Ahlakın ekonomisi olmaz. Play-off’u olmaz. Yayıncı kuruluşu, sözleşme uzatması olmaz. ‘Ara formül’ü olmaz. Hele siyaset teorisinin ünlü ‘Lampedusa stratejisi’ni futbola uygulamak hiç olmaz: ‘Hiçbir şey değişmesin diye herşeyi değiştir!’ İmtiyazlılar imtiyazlarını korusunlar diye.” Diyeceksiniz ki bu lafları herkes eder. Etmekte de zaten. İyi güzel de “sahaya yansımış” mı bu laflar? Yansımamış. Eh, sorun yok öyleyse. Geçiniz efendim! Bizi bu işlerle meşgul etmeyiniz!