Selahaddin E. ÇAKIRGİL
Selahaddin E. ÇAKIRGİL
selahaddincakirgil@gmail.com
Tüm Yazıları

6 Şubat 2023 depreminin ‘Muhteşem Süleyman'ı ve ‘Mimar Sinan'ı

ÖNCE BİR HATIRLATMA: İstanbul'da bulunan 'rûşendil' -gönül gözleri ve şuurları açık- olan Müslüman halk kitleleri, yeni miladi yılın ilk gününün sabahında, -yarın sabah-, Eminönü'nde, Galata Köprüsü ve çevresinde, -tıpkı, 1 Ocak 2025 sabahı olduğu gibi- Gazze ve bütün Filistin'de, Doğu Türkistan'da, Keşmir'de, Arakan'da, Sudan'da ve Nijerya'da ve de dünyanın her yanındaki mazlumların yanında olduklarını dünyaya haykırmak için buluşacaklar ve böylece nicelerinin, yeni bir 'yılbaşı' diye yaptıkları ve dünyayı o gece büyük bir tımarhaneye döndürmek istercesine sergiledikleri çılgınlıkların mahmurluğu veya ruh çöküntüsü içindeyken; 'rûşen-dil' ve idrakleri uyanık olanların her yerde olduğu gibi İstanbul'da da 'İlâ'y-ı Kelimetullah / Allah'ın Dininin Yüceltilmesi' dâvasının bayraktarlık ve muhafızlığını en güçlü şekilde yapmaya hazır olduklarını bir daha ilân edeceklerdir, İnşaallah... 'Vicdan bile duymaz sesi çıkmazsa bir Âhh'ı..'

*

'Yarın 'bayram' dedin, 'yortu'ymuş meğer..'

Evet, bugün ve yarın, 'Hz. İsâ Rûhullah aleyhisselam'ın 'veladet/doğum yıldönümü' olduğu iddiası adına dünya çapında sergilenecek olan çılgınlıkları; sadece Müslüman değil, az biraz mantık seviyesi olan her bir insan bile, -Yüce Yaratıcı tarafından insanlığı doğru yola hidayet etmeleri, yönlendirmeleri ve karanlıktan aydınlığa kavuşturmaları için gönderilen, Ûl'ûl- azm' sahibi/ Şeriat ve Kitap getiren bir Yüce Peygamber'in veladet yıldönümünü kutlamak adına çılgınlıklardan uzak durulması gerektiğini bilir..

150 yıl öncelere bir Osmanlı şairi şöyle demişti:

'Küpünde 'pekmez'in, 'tortu'ymuş meğer,

Uçan 'bülbül' dedin, 'martı'ymış meğer..

Yarın 'bayram' dedin, 'yortu'ymuş meğer,

Böyle hokkabazca fal olur mu ya!'

*

6 Şubat 2023 Depreminin 'Muhteşem Süleyman'ı ve 'Mimar Sinan'ı..

3 sene kadar önce, 6 Şubat 2023 gecesinin sabahında, o gece yaşanan ve 50 binden fazla can kaybına yol açan 'Büyük Deprem' felaketinin Maraş, Malatya, Adıyaman, Antep ve Hatay illeri başta olmak üzere '11 ili yerle bir ettiğini öğrenince derinden sarsılmamak mümkün değildi. Depremin çok büyük olduğu, daha ilk saatlerde, Başkan Erdoğan'ın, hemen o saatte, deprem illerine tam yetkili Deprem Valileri tayin etmesinden anlaşılıyordu. Demek ki, o ilk saatlerde bir kısım Valilerle bile irtibat kurulmamıştı.. Deprem felaketi o kadar büyük idi..

O büyük felaketi sabahın o ilk saatinde Tayyip Bey'den dinlerken, 'Bu felaket, hamdolsun ki, Tayyip Bey'in, ülkenin en üst sorumlusu olduğu bir sırada meydana gelmiş bulunuyor' diyenlerdenim. Çünkü, geçmişte, 1966 Ağustosu'nda Muş'un Varto ilçesinde meydana gelen ve binlerce can kaybına yola açan büyük depremi, Sağlık Teşkilatı'nda vazifeli bir 'sağlık elemanı' olarak, Diyarbekir'den Varto'ya intikal ettirilen yardım ekiplerinin içinde yer almış birisi olarak, idare mekanizmasının nasıl hantallaştığına dair yığınla örnekleri bizzat yaşamıştım.

Çocukluğumda ise, 1955'lerde mısır tarlalarında çalışan analarımızın, kendi aralarında, (neresi olduğunu bile doğru dürüst bilmedikleri Ezirgân Zelzelesi' (Yani, 1939- Erzincan Depremi) üzerine, mahallî şiveyle-yakılmış ağıtları okuyup ağlayışlarına şahit olmuştum; henüz köylerimizde radyonun bile olmadığı ve halkın bu gibi felaketlerinden ve ağıtlarından sadece gramofonlar aracılığıyla haberdar olduğu bir dönemde..

*

Ağustos-1999'daki Büyük Marmara Depremi sonrasında da, dönemin başbakanı Ecevit dahil, Hükûmet edenler, Ankara'dan kalkıp, Bolu'ya, Düzce'ye, Sakarya ve Kocaeli'ne, Gölcük'e kadar 3-4 gün boyunca bile gidememişlerdi. (O zaman, yurt dışında idiysem de, yaşanan idarî yetersizliklerin ve hatta kahredici yönetim bozukluklarının hikâyesini yıllar boyunca dinleyecektim.)

Ama, Şubat- 2023'te, ülkede o zamana kadar yaşanan depremlerin en büyüğü olan son büyük depremde, Tayyip Erdoğan'ın başında bulunduğu yönetimin öyle davranamayacağına kesin kanaatim vardı.. Çünkü onun, içinden geldiği yoksul halk kesimlerini, onların değerlerini, acılarını, duygularını unutmadığını; asla unutmayacak bir Müslüman hassasiyetine ve asaletine sahip bir farklı sima olduğunu biliyordum..

O çetin kış şartlarının ortasında, o depremden 3 hafta kadar sonra 3-4 arkadaşla o 'deprem bölgesi'ni gezip gördüğümüzde, baştan başa tamamen yerle bir olmuş o şehirlerin sadece enkazlarının kaldırılmasının bile yıllar alacağını söyleyenlere umut verecek bir söz söylemenin zor olduğu o dönemde, konuşamıyorduk bile..

Çünkü, -bizim görebildiğimiz yerlerden- Antakya ve İskenderun ve çevresi, Maraş, Elbistan ve çevresinin, Antep, Nurdağı, İslâhiye'nin ve Malatya ve çevre ilçelerinin, Adıyaman ve etrafının sadece evleri, binaları değil, karayolları, demiryolları, hava alanları tamamıyla harap olmuştu.. Kimsenin kimseyi teselli edecek bir hali kalmamıştı.. Ama, Müslüman halkımız, ülke çapında öylesine büyük bir yardım seferberliği sergilemişlerdi ki, ancak o kadar olabilirdi..

O büyük facia karşısında, Tayyip Bey ve çalışma arkadaşlarının, devletin yönetim mekanizmasını nasıl cansiperane bir şekilde çalıştırdıklarını ve keza bütün resmî dairelerin, câmilerin, okulların, kışlaların evsiz kalanlar için bir barınak haline getirildiğini; keza, Anadolu'nun çeşitli bölgelerinden yardım için deprem bölgelerine koşan binlerce insanın, Allah rızasını gözeterek ve mahallî belediyelerinin yardımlarıyla birlikte, nasıl çalıştıklarını müşahede etmiş birisi olarak ve hele de...

Fazlaca söz konusu edilmeyen özel bir yardımlaşma alanı olarak, dahasını belirtmeliyim, felaket bölgesine, kocaları veya çocuklarıyla gelmiş 50 yaşın üstündeki binlerce hanımların da, çaresiz kalmış ve bakıma muhtaç ve hastanelerin de yetersiz kaldığı yerlerde, o felaketi yaşamış olan ailelere bir ibadet aşkıyla, nasıl kol-kanat gerdiklerine dair pek çok örnekler görmüştüm..

*

Bütün o acıların dindirilmesinin, yaraların sarılmasının ve enkaz yığınlarının kaldırılmasının kolay olmayacağını biraz idrak ve dikkat sahibi olan hemen herkes anlayabiliyordu..

Ve dile kolay, 455 bin konut yapılmış, 2,5 senede..

6-7 katlı, 25-30 daireli bir apartmanın inşaatının tamamlanması bile 2 yıldan fazla zaman isterken..

Devletin imkânlarının o kadar dikkat ve rikkatle kullanılması, evet, bir savaşı kazanmaktan daha kolay değildi.. Ama, şimdi, 455 bin konutun yapılmasını küçük göstermeye çalışan ve yalanlardan medet uman birilerinin, halk kitlelerinin muhabbetlerini kendilerine çekebilmek için çırpınışları ve eleştiriler alınca da, 'Siyaset yapıyoruz ve muhalefetiz.. Hükümeti alkışlamak gibi bir vazifemiz yok..' diyenlerin kararmış vicdanlarına söyleyecek bir söz bulmak zor..

*

Ve bugün görülüyor ki, Devlet'i, o büyük felaketlerin ve sosyal rahatsızlıkların üzerine, 'hâzık bir hekim' hassasiyetiyle hareket ettirmek ustalığını sergileyen Başkan Erdoğan'ın hakkını, hakperestlik hatırına teslim edelim; sadece bu büyük deprem konusunda bile, gerçekten de emsaline az rastlanır büyük işler başardı.. Bugün ülkede bir çok ekonomik sıkıntılardan söz edenlerin bir kısmı, bu felaketler ve sonra yapılan büyük işler hatırlatılınca, 'Elbette yapacaklardı, vazifeleriydi.' diye geçiştiriyorlar; tam o gibilerden beklenen, sözde mantıkî savunmalarıyla.. Elbette, ülkenin yönetimine 'hasb-el'kader' veya kendi çabalarıyla gelmiş olanların niceleri için de aynı gerekçeyi dillendirmiyorlar? Daha öncekiler ve hele de ülkeyi şeflik sistemleriyle, diktatörlükle yönetenler için..

Allah'ın kullarına, her şeyden önce, Allah rızasını gözeterek hizmet etmeyi ve gerekirse 'fedâ'y-ı cân' eylemeyi şiar edinenler bu inceliği bildiği için, 'İyilik yap, at denize; balık bilmezse, Hâlîk bilir..' irfanına sığınırlar. Ki, Tayyip Bey de bu irfandan beslenenlerdendir..

Bu açıdan, MHP lideri Devlet Bahçeli'nin, Hatay ve diğer deprem bölgelerini gezdikten sonra, Safahat şairi Mehmed Âkif'ten okuduğu,

'Yıkmak, insanlara yapmak gibi kıymet mi verir?

Onu en çolpa herifler de, emin ol, becerir.

Sâde, sen gösteriver "İşte budur kubbe" diye,

İki ırgatla iner şimdi, Süleymaniye.

Ama, "Gel kaldıralım" dendi mi, heyhat o zaman,

Bir Süleyman daha lâzım, bir de Sinan..'

mısralarını okuyup, "Hamdolsun milletimizde ne Süleyman biter, ne de Sinan... Günümüzün Süleyman'ı, Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan'dır; günümüzün Sinan'ı da, Bakanı'mız Murat Kurum Bey.." demesi, sadece Devlet Bahçeli Bey'e değil, ülke ve halkımıza hele de siyaset yoluyla hizmet etmek isteyen herkese daha bir yakışan soylu bir tavırdır; her ne kadar, Ö.Ö. gibi siyaset madrabazlarından böyle bir beklenti, 'abesle iştigal' gibiyse de..