64. Berlinale’den kalanlar

Gişelerin önünde bilet bulabilmek için uyku tulumuyla yatan izleyiciler... Altın Ayı adaylarının zayıflığı... Politik kimliğinden uzaklaşan bir Berlinale.... Bu yıl Berlin Film Festivali hoş bir sada bırakmadı ardında.

Kubbenin altında hep bir hoş sada kalacak değil... 64. Berlin Film Festivali’nde yan bölümlerde gösterilen belgeselleri takip edenler ya da Generation’a odaklananlar muhtemelen hallerinden memnundur... Ama sinema dünyasının gözünün çevrildiği Altın Ayı yarışının genel düzeyinden bu yıl memnun kalan olmadı. Bir festival değerlendirmesi sonunda elbette birkaç iyi filmden söz etmek mümkün ama bu genel gidişatın her yıl bu kadarıyla yetinmemiz sonucunu doğurduğu da görmezlikten gelinemeyecek bir gerçek...

BİLET BULMAK İMKANSIZ

Berlinale’nin büyüdükçe büyüyen ve bölümleri birbirinden bağımsızlaşan yapısı bu büyük ve kozmopolit kentin izleyici potansiyeli açısından zengin bir olanak sunuyor, dünyanın en yüksek izleyici sayısına sahip film festivali Berlin. Bilet bulmak mümkün değil! Gişelerin önünde uyku tulumuyla yatan izleyiciler mevcut. Festival sona ermeden önce 260 bin bilet satıldığı duyurulmuştu! Ama film endüstrisi ve medya hiçbir şeye yetişemeyince sinema dünyası genelinde bir hoşnutsuzluk yaratıyor. Programda yer alan 409 filmin herkesçe izlenebilen yüzde 10’luk kısmının heyecan vermesi şart... 

Bu yıl Berlin’den geriye kalan en önemli noktalardan biri Altın Ayı adaylarının zayıflığıydı kuşkusuz. ‘Lars von Trier’in Nymphomaniac’ı yarışmada yer alsa öne çıkardı’ yorumları dahi yapıldı! Festivali 1957 yılında A sınıfına taşıyan uluslararası yarışmanın keşiflerde bulunması en olumlu yanı ama bu keşifler bu yılki gibi vasat janr filmlerine indirgenince ciddiyetini  kaybediyor. Hele Moğol  sinemasını Berlin’de tanımış bir kitleye haksızlık bu...

Daha da önemlisi Berlinale politik kimliğinden gitgide uzaklaşıyor. Militan film beklentisi olmasa da dünya bu denli değişirken toplumları ve devletleri çözümleyen çarpıcı çalışmaları spotların altına taşıma misyonunu bırakmasa iyi olurdu... Berlinale Special’da gösterilen ABD’nin ünlü sendikacılarından Cesar Chavez’in hayatını ve mücadelesini ele alan ‘düzgün’ bir filmle politik kimliğini koruyamaz Berlinale... Öte yandan Panorama bölümündeki filmlerin genel yapısı ve Teddy Ödülü nedeniyle Berlin hala en büyük gay filmleri festivali olma halini koruyor. İzleyicinin ve yönetmenlerin de yoğun talebiyle bu sinemanın uluslararası kalesini yıkmıyor Berlin!

Cannes’da Fransız, Berlin’de Alman yapımlarının ve ortak yapımlarının, yine Cannes’da Wild Bunch, Berlin’de Match Factory gibi nüfuzlu satış acentalarının filmlerinin ağırlıkta yer aldığı sır değil. Filmlerin sadece iyi nitelikleriyle öne çıktığını düşünecek kadar saf değil kimse ama ortaya çıkan toplamın daha güçlü olması beklenir. Örneğin yan bölümlerdeki yaratıcı, etkileyici belgesellerin ana yarışmaya çekilmesi programa sınıf atlatabilirdi... Fakat bazı sınırları aşamıyor Berlin... Örneğin, Japon sinemacılar bu festivale sadece ve sadece Yoji Yamada’nın filmlerinin seçilmesine hayretle bakıyor. Oysa vaktiyle Hayao Miyazaki ödül kazanmıştı.

ALTIN AYI ALSA DA BİZDE TUTMAZ

Bu yıl Berlin’de ayyuka çıkan söylentilerden biri festivalin 2001’den bu yana başkanlığını yürüten Dieter Kosslick’in görevine sözleşme süresi tamamlanmadan veda edeceğiydi. Berlin Senatosu’nda görev alacağı, kent genelinde kültür etkinliklerinden sorumlu olacağı ama festival programından el çekeceği konuşuldu.

Avrupa Film Pazarı (EFM) yine arı kovanı gibiydi. 1100 film pazarlandı, 700 filmin öngösterimi yapıldı.

Bu furyadan Türkiyeli dağıtımcılar da yararlandı, satın alınan çok sayıdaki filmi önümüzdeki dönemde izleyeceğiz. Ama Altın Ayı kazanan Çin yapımı Kara Kömür, İnce Buz’u Türkiye’deki festival izleyicilerinin beğeneceğini bile sanmam... Hele referansı Bir Ayrılık olanların!