Zaman zaman yakýn tarihimizin ne kadar az bilindiðinden, hatta hiç bilinmediðinden þikâyet ediliyor; 1930’larda lisede okusaydýnýz bu konuda neler bilecektiniz acaba?
Hemen yanýt vermeye çalýþayým; Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti tarafýndan hazýrlanan “Tarih IV” ders kitabýný okuyacaktýnýz ve aþaðýdaki bilgileri edinecektiniz: 1917 Ekim devriminin önderi Lenin’in aslýnda Ruslaþmýþ bir Türk aileden geldiðini öðrenecektiniz. Ýtalya’da Mussolini de týpký Lenin gibi diktatör olmuþtu. Fakat Ýspanya’da ayný idareyi kurmak isteyen Rivera bunda baþarýlý olamamýþtý. Çünkü, o Lenin ve Mussolini kadar deðerli bir adam deðildi.
Atatürk’1880’de doðdu!
Mustafa Kemal 1880 yýlýnda doðmuþtu! Þimdi bu 1881 de nereden çýktý diyecek olanlar varsa; Atatürk’ün hayatýnda yazýlan ders kitabýnda bile doðum tarihi 1880 olarak kayda geçmiþ. Nitekim Genelkurmay Baþkanlýðý’nýn 1939 yýlýnda yayýnlanan Atatürk biyografisinde de ayný tarih var. Bu tarihin tam olarak ne zaman, nasýl, daha da ilginci niçin deðiþtirildiðini araþtýrmak da lâzým. Atatürk’ün kurduðu gizli teþkilât 1908 yýlýnda Ýttihat ve Terakki adýný almýþ!
Lozan’da Yunanistan’ýn
tamirat borcu
Atina’nýn Anadolu’yu iþgali nedeniyle uðranýlan zarara karþýlýk tazminat ödemesi, Lozan görüþmelerinin önemli konularýndan biriydi. Bundan vazgeçildi; ders kitabýnda, bunun nedeni olarak, Yunanistan’ýn zaten ödeyemeyeceði tazminata karþýlýk ondan Edirne’nin istasyonu olan Karaaðaç’ýn geri alýndýðý yazýlýdýr.
Birinci Meclis’in sonu
Meclis’in 1923’de seçime karar vermesinin nedenini merak edenler için ders kitabýnda yazýlanlarý özetlemek isterim: Meclis’teki muhalefet, Lozan konferansý sýrasýnda yabancý diplomatlara ümit ve cesaret vermiþti. Muhalifler, Lozan’ý siyasî hýrslarýna basamak yapmýþlardý. Bu, millî davayý zayýflatan bir unsurdu. Oysa artýk savaþ zamanýndan da daha fazla dayanýþmaya ihtiyaç gösteren bir zamanda, muhalefet Meclis’in faaliyetlerine set çekecek bir mahiyet almýþtý. O kadar ki, düþman güçler Lozan’da görüþmeleri uzatmaya çalýþýyorlardý; çünkü, bu Meclise kolayca kendi dikte ettirecekleri kararlarý kabul ettirebileceklerini düþünüyorlardý. Lozan bunun için kesintiye uðramýþtý. Meclis seçiminin yenilenmesi, düþmanýn bu iç politika kargaþasýndan beklediði ve beslediði ümitlerin ortadan kaldýrýlmasý için gerekliydi. Barýþ mücadelesinde birlik saðlanmalýydý.
Ankara’nýn baþkent olmasý
Sadece ikinci Meclis’te bulunan muhalifler deðil, fakat onlarla ayný görüþte olan dýþ dünya da Ankara’nýn baþkent yapýlmasýna karþýydý. Ankara’nýn baþkent ilân edilmesiyle birlikte Türkler Orta Anadolu’da ikinci kez güçlü bir devlet merkezi kurmuþ oluyorlardý. ‘Ýlkini kuranlar kimdi?’ diye soracak olan okuyucularý fazla bekletmek istemem: Elbette orta Anadolu’da ilk kez devlet merkezi kuranlar Eti Türkleri idi!
Cumhuriyetin ilk düþmanlarý
Zannedilmesin ki, ikinci Meclis içinde muhalif unsur kalmamýþtý; aksine, açýkça ortaya çýkmayan, gizli çalýþmalarda bulunan bir hizip vardý. Amaçlarý iktidarý düþürmek ve yerine geçmekti. Yeni rejimi sarsýcý davranýþlar içinde bulunuyorlardý. Yeniliklere ve her türlü reform projesine de karþýydýlar. Muhafazakâr ve gerici ruhlu unsurlara dayanýyorlardý. Onlara yaranacak þekilde sinsi sinsi siyaset güdüyorlardý. Ancak ortaçað zihniyetine dayanan insanlar bunu yapabilirlerdi. Bu kiþiler, millî hâkimiyeti, halk idaresinin yüksek anlamýný anlamamýþlardý; bu konuda acemi olduklarýndan makam ve mevki hýrsýyla davranýyorlardý; fakat muhalefet cephesi çok geniþlemiþti.
Eleþtirileri manasýzdý; Cumhuriyet ilânýnýn kendilerine danýþýlmadýðýný ileri sürüyorlardý; dahasý, kararýn pek kýsa süre içinde alýnmasýný da doðru bulmuyorlardý. Oysa, dünyanýn hiçbir memleketinde hiçbir zaman Meclislerden ve partilerden hangi kararlarýn ne kadar saat ve dakikada çýkmasý gerekeceðine dair bir usûl ve kural zaten yoktu. Düþünen heyetler, kararlarýný takvimin yapraðýna veya saatin yelkovanýna bakarak deðil, fikirlerinin ve vicdanlarýnýn kanaatlerini dinleyerek verirlerdi.
Böyle gelmiþ böyle mi gidecek?
Eðer günümüzde okullardaki tarih ders kitaplarýna bir göz atarsanýz, aradan geçen seksen yýldan sonra dahi yakýn dönem tarihimizin resmî Kemalist ideolojiden arýndýrýlmýþ bir anlatýmýna rast gelmenin neredeyse imkânsýz olduðunu görürsünüz. Akademik dünyada resmî anlatýmýn masalsý tadýnýn büyük ölçüde ortadan kaldýrýlmasý yolunda epey gayret görülmüþse de, bu gayret ve çabalarýn üniversite düzeyinde lisans eðitimine dahi büyük ölçüde yansýmadýðýný söylemek abartýlý bir tutum sayýlamaz. Nerede kaldý ki, orta ve lise ders kitaplarýnda yakýn dönem tarihimizin çok boyutlu ve tartýþmalý bir þekilde ele alýnabilmesi mümkün olabilsin. Önümüzdeki bir zamanda akademik birikimin tarih ders kitaplarýna da yansýdýðý ve nihayet öðretmenlerin de tarihimizi çeþitli boyutlarýyla öðrencilere aktarmaya çalýþtýklarý bir eðitim sistemi hayal edelim. Bu hayal de bir gün gerçek olacak mý acaba? Son zamanlarda TÜSÝAD tarafýndan hazýrlanan lise tarih ders kitabý güzel bir baþlangýç noktasý olarak ele alýnamaz mý?
1924 Anayasasý
1924 anayasasý, dünya anayasalarý içinde millet hâkimiyetini en iyi, en saðlam ve en mükemmel saðlayan yasaydý. Neden en iyisi, en mükemmeli diye soracak olanlar varsa eðer, buna yanýtý yine ders kitabý kendisi veriyor: Anayasamýzýn bariz vasýflarýndan biri de, devlet idaresinde tek kuvvet, yani bütün kuvvetlerin yalnýz bir müessesede toplanmasý usûlü idi. Kuvvetler birliði terimiyle ifade edilen bu usûl, TBMM’nin ilk gününden itibaren bizzat Gazi Paþa tarafýndan konulmuþtu. Oysa muhalifler hep bunu deðiþtirmek istemiþlerdi. Fakat idarenin ve hâkimiyetin parçalanmasý ve paylaþtýrýlmasý imkânsýzdý. Atatürk’e göre, TBMM’nin esas kararlarýný bir baþka organýn kararýyla kýsýtlamak doðru deðildi. O bakýmdan Meclis ve Senato þeklinde iki unsurdan oluþan bir parlamento da doðru olamazdý. Türkiye’de tek kuvvet Meclis’ti ve öyle de kalmalýydý. ABD’deki baþkanlýk sistemi, kuvvetler ayrýlýðýna dayandýðýndan sorunluydu. Dahasý, bütün Avrupa kuvvetler ayrýlýðý yüzünden demokrasi buhraný içinde kývranýyordu. Uygulamada en sakýncasýz sistem Türkiye’de idi.
Ýstiklâl Mahkemeleri
Ýstiklâl Mahkemeleri, olaðanüstü zamanlarda ihanet hareketlerine karþý, millî tehlike oluþturacak muhaliflere karþý adaleti saðlamak için kurulmuþtu. Cumhuriyet devrinde gericilik ve ihanet hareketinin önüne geçmekte hayýrlý faaliyetleri görülmüþtü. Böylece bütün idarî önlemlerin alýnmasýna katkýda bulunan yasayla, devrimin ve ülkenin huzurunun korunmasý, gericiliðin bastýrýlmasý imkân dahiline girmiþti. Sonra kaldýrýlmýþtý. Bir hükûmetin kendi eline verilmiþ olan büyük kuvvet aracýndan kendi isteðiyle ayrýlmasý, tarihte az görülmüþ demokratik bir fazilet örneðiydi.
Serbest Cumhuriyet Fýrkasý
SCF, bu anlatýma göre, adeta kendiliðinden ortaya çýkmýþtýr. Bu oluþumda iktidarýn, deðil teþvik ve himayesi, hatta hiçbir payý dahi bulunmamaktadýr. Bu öyküde SCF’nin bahsi ve âkýbeti, sadece üçüncü dönem milletvekili genel seçiminin zamanýndan önce yapýlmasýnýn temel nedeni olarak takdim edilmektedir. Resmî teze göre, SCF’nin bahtsýz sonu, onun hatasýnýn sonucudur. Partiye akýn eden “mürteci unsurlar” partinin sonunu kendiliðinden hazýrlamýþtýr.
Bu öykü öyle bir þekilde kurgulanmýþtýr ki, sanki yalnýzca üçüncü dönem TBMM’nin niçin zamanýndan önce feshedildiðini açýklamak kaygýsýyla SCF’den söz edilmektedir. SCF adeta araya sýkýþtýrýlmýþtýr; üstelik öykü, bugün bildiðimizden çok daha deðiþik þekilde anlatýlmaktadýr: SCF’nin oluþumunda, 1930 yýlýnýn Aðustos ayýnda gerçekleþen Atatürk-Fethi Okyar mektuplaþmasýndan olsun, Atatürk’ün “yeni bir siyasî teþekkül” yaratma gayret ve teþviklerinden olsun hiç söz edilmemektedir. SCF, adeta talep üzerine deðil de, muhalefetin özgür iradesi sonucunda doðmuþ gibi bir izlenim yaratýlmaktadýr. SCF, resmî anlatýma göre, ne arzu edilmiþ, ne de teþvik edilmiþ, fakat sadece iyi karþýlanmýþtý. Böylece iktidarýn iyi niyeti ve samimiyeti de vurgulanmýþ oluyordu.