Mustafa KARAALİOĞLU
Mustafa KARAALİOĞLU
Tüm Yazıları

Alan hakimiyeti mi alanın nefreti mi?

Milletvekilini kaçırmanın PKK için taşıdığı halkla ilişkiler değeri sanılanın aksine hiç de övünülecek bir şey değildir. Gün geçtikçe daha da tatsız ve surat ekşiten bir hatıra olarak kayda geçecektir. “Bunu da yaptılar” kabilinden bir surat ekşimesi olarak hatırlanacaktır.

PKK, dünyanın her yerinde sıradan örgütlerin, mafyanın, üç kişilik çetelerin kotarabildiği bir eyleme imza atıp siyasi bir gövde gösterisi yaptığını zannediyor olabilir. Oysa, teröristlerin sergilediği manzara sadece ilkellik ve çağdışılıktır. Yapılan şeyden, “Dağa adam kaldırmak” dışında başka hiçbir anlam çıkmaz.

Kürtler adına hareket ettiği iddiası taşıyan, yönetiminde Aleviler’in ciddi bir ağırlığı olan bir örgüt Dersimli bir Alevi Kürt’ü dağa kaçırarak ne mesaj vermeyi umuyorsa umsun; ulaştığı sonuç tiksintiden başka bir şey olamaz. Kısa sürse de bu çaresiz eylem, Kürtlerin üzerine Kürt faşizminin gölgesini örtmüştür, o kadar.

Yol kesmek, mayın döşemek, adam kaçırmak, sivilleri bombalamak... “Kürt siyasal hareketi”nden geçtik, bu mudur “Kürtçülük”ün gelip gelebildiği nokta? Yol kesip Kürt kaçırmak, sonra da bunun üzerinden siyasal tafra yapmak...

PKK, ne Şemdinli’de Türk ve Kürt gençlerinin hayatı pahasına estirdiği terörle, ne de milletvekilini kaçırmakla alan hakimiyeti sağlamıştır.  

Uzun vadede kazandıkları ‘alan’ın nefretinden başka bir şey değildir.

Çünkü, hiçbir makul, mantıklı halk; hele geçmişinde Kürtler gibi baskı ve zulüm varsa böylesi bir eylem şekline onay veremez, olup bitenlerden hoşnut olamaz.

Şimdi, meselenin gerçek veçhesine bakalım. Bakalım da boş analizlerle vakit kaybetmeyelim.

PKK bugün, tarihinde hiç olmadığı kadar uluslararası oyun planının bir parçasıdır. Kendisinin “güç” diye sunduğu tablo; gerçekte Kandil terör tesislerine sermaye koyan güçlerin motivasyonundan başka bir şey değildir.

Son birkaç yılda yaptıklarının, özellikle de son dönemdeki eylem hareketliliğinin Kürt halkının talepleriyle hiçbir ilgisi yoktur. Türkiye’nin dikkatini dağıtmak ve bölgedeki rolünü kısıtlamak isteyen bir koalisyon adına silah kullanmakta ve dağa adam kaldırmaktadır. Böyle olduğu için PKK’nın Türkiye ile uğraşma biçimi ve yöntemi içeriye yönelik klasik eylem tarzının ötesinde bir seyir izlemektedir.

Bildiğimiz PKK’dan ziyade, kullanıcıların yeniden şekillendirdiği bir örgüt var karşımızda.

PKK, uluslararası ihaleye o kadar angaje olmuştur ki, içeride Kürtlerin demokratik olarak nereye demirleyeceği ile hiçbir şekilde ilgili değildir. Türkiye’deki Kürtler’in bugünü ve geleceği; daha iyi bir hayat yaşama hakları, daha konforlu ve daha güvenlikli bir çevre ihtiyaçları PKK’nın umurunda bile değildir. Tüm varlığıyla, sonunda karlı çıkacağını zannettiği bir oyun planının içindedir. Kendisini o kadar kaptırmış görünüyor ki, Öcalan bile yine bildiğimiz PKK dengeleri içinde hiç olmadığı kadar silik ve ikincil bir profil haline gelmiş, getirilmiştir.

Bütün bunları PKK’yı kritik etmek için yazmıyorum.

Son günlerde yapılanları, özellikle de Dersim milletvekilinin kaçırılmasını Kürt siyasal hareketi bağlamında anlamlandırmaya çalışanlara kolaylık olması için hatırlatıyorum.

Maksadı ve kaynağı ne olursa olsun eylemlerin övünülecek bir şey olduğunu düşünenler olabilir. Tıpkı, Foça’daki saldırıdan göğsü kabaranlar olduğu gibi...

O zaman şunu da bilmelerinde fayda vardır.

Kürt sorununun çözümünde şiddet yönteminin raf ömrü epeyidir bitmişti. Bugün de aslında PKK’nın uluslararası ihale taşeronluğundan başka “ciddi” bir fonksiyonu kalmamıştır. Ortadoğu kaynarken, Suriye yanarken; yani toz bulutu yükselmişken işler yolunda görülebilir ama sonrası da var.

Ne yaparsa yapsın, hangi ihaleye koşarsa koşsun PKK bir Türkiye örgütüdür ve gideceği başka da yer yoktur.

İhaleler kesilince ve alan hakimiyeti masalı bitince, geriye sadece alan nefreti ve bir kez daha kullanılmış olmanın pişmanlığı kalır... Süreci anlamlandırmaya çalışanların bunu da analizin akıldan çıkarılmayacak cümlesi olarak kaydetmelerinde fayda vardır.