Arakan’daki 'işgüzar' vicdan

Sayın Emine Erdoğan’ın dünyaya kapatılmış Arakan’a girişini, oturduğu sıcak köşeden “işgüzar”lık olarak değerlendirenlere ne demeli? Ama “vicdan” dediğimiz, böyle bir şeydir öte yandan, evet “işgüzar”dır! Merak eder, hayal kurar, soru sorar, hesaplaşır, yetinmez, sızlar, kanar, ağlar, huzursuzdur, huzuru bulmak adına gider gelir, gider gelir, vic-dan teyakkuz halindedir. Uyumaz: “Ayetel Kürsi”deki“ve la nevm” halinin, kullar-daki tecellisi gibidir vicdan...

Myanmar ile Arakan arasındaki farkı belki şöyle anlatabilirim size; cennetle cehennem! Hayatla ölüm, ince bir sazlık kadar yakın birbirine. Somali’yi, Sudan’ı, Pakistan depremlerini, Açe tsunamisini, Kabil bombardımanlarını, işgal sonrası Irak’ı, Filistin’i bir bir gözünün önünden geçiren şu işgüzar vicdan... Sıra Arakan’a gelince, hala hayretten titreyebiliyorsa... Neyi gördüğümüzü varın siz hesap edin. Açlık, savaş, susuzluk, deprem, sel, salgın hastalık, Arakan’dan önce karşılaştığım tüm felaketlerde, bunlara maruz kalmış kişiler, ölüme karşı hayat için direnen kimselerdi. Ömrümde ilk kez “ölmek istiyoruz” diye feryat eden insanlarla karşılaştım Arakan’da...

***

Valilik binasının hemen arkasındaki kumsalda, okyanus dalgalarının çırpıntısında bordo renkli sarileriyle futbol oynayan Budist delikanlıların neşesi karışmayı ben de isterdim. Ne ki sadece bir iki kilometre ötedeki kampta, aynı yaşlardaki Mahmut Çıngı, üniversitesinin yıkıldığını, yakılan köyünden 500, ailesindense 11 kişinin öldürüldüğünü feryat ederek anlatırken aniden yere düşüyor. Bunun bir din savaşı olduğunu zannedenler yanılır. Hayır! Pervasız, kaba saba bir ırkçılık...  

Yol boyunca yanık kesik ağaçlar, tüm cevizleri kırık, simsiyah kor halinde ağlayan palmiyeler, üzerlerinden henüz kül bulutları kalkmamış yıkılmış yakılmış saz evler. Bir varmış bir yokmuş, suyun üzerinde yüzen garip bir sandalmış Arakan.

***

Allahım kıyamet kopmuş da bizim mi haberimiz yok? Geniş güvenlik önlemleri alınmış, çadırlar, sazlıklardan kurulmuş kulübeler, yollara akın etmiş “Esselamu Aleykum” derken katıla katıla ağlayan zapzayıf erkekler. Kucaklarındaki bebekleriyle yollara atılan erimiş bitmiş kadınlar... Otuz-otuz beş kilo var yok bir kızcağız inişte boynuma sarılarak titremeye başlıyor; “Ya rabbi” dedikten sonra baygınlık geçiriyor. Bir hayal gibiler, suyun üzerinde yürüyen canlı cenazeler gibi, erimiş mumların son kısık ferleri gibi gözler... Yusuf masalındaki gibi sanki kuyuya atılmış bir yurt Arakan... 90 bin evi yakılmış insan, binlerce ölü, sandalların üstünde binlerce sürgün, haymatlos...  

Tharpan’da, Erkekler cuma namazına geçtiği sırada bizleri evlerine buyur eden kadınlarsa bir hapishanede yaşadıklarını anlatıyorlar. Evlenmeleri, doğumları ve dünyaya getirdikleri çocuklarına nüfus kağıdı almaları yasak, “Bizi Bengal Denizine atacaklar” diyorlar. “Nüfusumuz %40’larda olduğu halde hükümet bizi vatandaş olarak kabul etmiyor evlerimiz yıkılıyor, kadınlarımıza tecavüz ediliyor, son iki ayda 1000 kişi tutuklandı şimdi sizinle konuştuk diye bizleri de tutuklarlar ne olur bize yardım edin” diyorlar. “Hayatlarımız parçalanıyor, ölümü arar hale geldik. Güvenlik güçlerinin silahlı kuşatmasını sizler de gördünüz, bu şartlar altında nefes bile alamazken onlara saldırdığımızı nasıl iddia edebilirler ki” diye soruyorlar...

Mektila’daki Osmanlı Şehitliğini ziyaret ettik. Budist saldırılardan nasibini almış kırık kabir taşlarını, 1909’da inşa edilmiş Türk Camii’nin duvarına dizdirmiş İmam Muhammed Ali Efendi. Dışişleri Bakanımız en kısa zamanda Şehitliğin ihya edileceğini söylüyor. 92 yıl aradan sonra şehitlerimize sular serpiyoruz, dualar okuyup, selamlar getiriyoruz. Bir Hilal Uğruna şehit oldular. Hilal; inancın, Allah rızasının, onurun, namusun, ümmetin simgesi hilal. Bizim tüm işgüzarlıklarımız seninle ilgilidir...