Arakan’dan ‘destur’ almak

Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu, 6 haziran 2012 tarihinde Meclis’te yaptığı konuşmada şöyle diyor: “...Geçtiğimiz günlerde, Burma’da büyükelçilik açtık. Burma Büyükelçimiz, gitmeden önce talimatımı sordu, dedim ki: “Tek bir talebim var, gidiniz, Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerin esir alarak götürdüğü ve Arakan’da şehit düşmüş olan şehitlerimizin mezarını ziyaret ediniz ve onlardan izin alınız, destur alınız ve deyiniz ki ‘Biz buradayız, buraya, sizin uğrunda şehit düştüğünüz bayrağı getirdik ve ebediyete kadar burada dalgalandıracağız.”

Dışişleri Bakanlığının resmi sayfasından alıntıladığım bu paragraf, sadece Davutoğlu’na ait sabah akşam sürekli yapıldığı söylenen vicdani muhasebe hassasiyetine yaslanmıyor. Tarihi bir gerçeğe de işaret ediyor. Hatırlayalım: BirinciDünya Savaşı sonrasında İngilizlerin esir ettiği 12 bin civarında Osmanlı neferi Burma’daki esir kamplarına naklediliyor. Burada demiryolu yapımı ve madencilik gibi değişik işlerde çalıştırılıyorlar. İklim koşullarının uygunsuzluğu ile çoğu hastalanıyor, kötü muamele ve esir kamplarının insanlık dışı şartlarıyla bin 500 kadarı şehit oluyor. İşte Sayın Davutoğlu’nun Burma Büyükelçisi’ne “destur” almasını söylediği şehitlerdir bunlar... Thayet Myo ve Meiktya’da bulunan ve Budist ırkçı saldırılardan maalesef bir hayli de nasibini almış kırık dökük “Mehmet Taşları” onlar... Bir Hilal uğruna kendi memleketlerini savunurken bugün aynı Hilal uğruna feci şekilde imha edilen Arakanlılara yoldaş olarak millerce uzakta yatan şehitlerimiz...

Myanmar’ı sadece üst üste yaşadığı askeri darbeler ve dikta rejimleri ile tanımıyoruz. ABD’nin de özle ilgisiyle yakından takip ettiği ülkede 22 yıldır süren ambargo son demokratikleşme planıyla kalktı. ABD Dışişleri Bakanı’nın ülkeyi ziyaret edişi ise bu ilginin somut göstergelerinden. Ülkede son iki yıldır süren özelleştirmeler, Çin ve Hindistan gibi ülkelerin civarında oluşu nedeniyle stratejik ehemmiyeti gibi sebeplerle de düşünüldüğünde... Arakanlı Müslümanlar’ın Bengal Körfezi’ne bakan konumları, onları politik hırsların kurbanı etmeye yetiyor bile. Acaba Dışişleri Bakanımız Amerikalı meslektaşıyla Arakan’daki faciayı konuştular mı, uluslararası kamuoyu harekete geçecek mi? Kutuplarda sıkışan bir balina kadar bile dikkatleri çekemiyor Arakanlı Müslümanların yaşadığı soykırım... Lakin Arakan Müslümanlarının yaşadığı vahşet, yeni bir şey değil. 1942’de 150 bin Müslümanı katletmiş feci bir faşizmin fay hattında oturuyor bugünün son Rohingaları zaten...

***

Tüm dünyada sonsuz iyilik ve barış temalarının temsilcileri varsayılan Budist Rahiplerini, avuçlarına yazdıkları “Rohingya No” fotoğraflarıyla görmek ne kadar sarsıcı değil mi? Ya da Hong Kong’daki Başkonsolosun kendisini “gerçek bir Myanmar beyefendisi” olarak takdim ederken, Rohingaları “dev gibi çirkin ve koyu renkli” oldukları için aşağılaması da sarsıcı... Demek ki çocukları bileklerinden bağlayıp yakarak imha etme yetkisi veriyor “açık kahve renkli ten”...         

Sadece kırk dakika kadar önce Arakan’dan yeni dönmüş sivil toplum temsilcilerini gözyaşlarıyla dinledim. Muson yağmurları altında uzun bataklıkları ölümün ve zulmün pençesinde geçmeye çalışan insanların arasından çıkıp gelmişlerdi. Yaşlı bir nineyi sırtında bir müddet taşıdıktan sonra sormuş arkadaşımız; “Türkiye’deki Müslümanlara hangi mesajınızı taşıyalım, ne söyleyeceksiniz?” Nene hayretle kaşlarını kaldırıp sormuş; “Dünyada bizden başka Müslüman var mı bilmiyordum bunu”... Onlar kıyametin koptuğunu düşünüyorlar, dünyada bir başlarına kaldıklarını zannediyorlar. Havariler yok, Sahabeler yok, Davut Peygamber ve savurduğu taşları da yok. Peki biz neredeyiz? Allah’ın yardımını bekleyen kadınların ve çocukların avazını işitmeyecek miyiz?  

“BİZ BURADAYIZ” demenin zamanı gelmedi mi?