Arkadaşlar bu darbe Türk milletinin bekası için yapılmıştır!

Her ne kadar askeri darbeler Cumhuriyetle birlikte ortaya çıkmış gibi görünse de, Osmanlı’daki Yeniçeri kazan kaldırmalarının devamı gibidir. Şimdi bu Yeniçerilerin kazan kaldırmalarına girersek, cumhuriyet darbelerini irdeleyecek yerimiz kalmaz; o yüzden Yeniçerileri bırakalım bir tarafa.

Efendim bizdeki darbeler, kendi aralarında üçe ayrılır:

1)Pat diye gelen darbe. İlk ve en önemli örneği 27 Mayıs 1960 darbesidir ki, İsmet Paşamız TBMM kürsüsünden işaret parmağını Demokrat Parti sıralarına doğru sallayarak, “sizi ben bile kurtaramam!” demiş olmasına rağmen, geleceğini kimsecikler önceden kestirememiştir. O kadar kestirememiştir ki milletimiz darbenin geleceğini, o tarihte hatırı sayılır bir rütbede olmasına rağmen Kenan Evren anılarında şöyle buyurmuştur: “Bana ihtilali ilk haber veren, sabah saat dörtte kapı komşumuz oldu. Radyoyu açtığımızda, ordunun yönetime el koyduğunu öğrendik netekim.” (‘Anılar’ Kenan Evren Cilt 2)

2) Çat diye gelen darbe. Efendim, ‘pat’ diye gelen darbeden on yıl sonra askerler bu kez 12 Mart 1971’de ‘çat’ diye geldiler. Bu darbe aşırı ses çıkardı, diyenler haklıdır. Ama bir sonuç çıkarmadı diyenler de haklıdır kendi açılarından. İş başındaki yönetim bile neden darbe yapıldığını anlayamadı. Muhalefet de öyle! Darbe yapıldığında iş başında olan Süleyman Demirel, darbe sona erdiğinde de gene iş başındaydı. Sadece kısa süreliğine gidip gelmişti; o kadar.

Kenan Evren bu darbeyi de ıskalamıştı. Anılarında anlattığına göre o sıralar tümgenerallikten korgeneralliğe terfi etmekte olmasına rağmen, darbeyi fark edememişti. Vah vah!

3)‘Geliyorum’ diyen darbe. Bu darbe 12 Eylül 1980’de ‘geliyorum ha!’ diyerek teşrif etti. İlk iki darbeden de haberi olmayan Evren, bu kez darbeyi bizzat yaparak, herkesten önce öğrenmeyi başardı. Ancak tek öğrenen Evren değildi. Darbeden önce, örneğin, Demirel’e bir uyarı mektubu da verilmişti. Herkes sabah uyanıp tank seslerine kulak veriyordu amma Süleyman Bey, her zaman olduğunca, hiç bir şeye kulak vermiyordu. Askerler bu kez Demirel’den kurtulduklarını sanmışlardı, iktidarı Turgut Özal’a bırakırken ama bir süre sonra gene Demirel oturdu iktidar koltuğuna.

Bu arada bir de ‘gelmiyorum’ diyen darbe vardı 28 Şubat 1997’de. Onun özelliğiyse bir türlü gelmemesiydi. Sincan’da tanklar yürüdü, MGK’da konuşmalar oldu, aba altından onca sopa gösterildi ve sonunda türlü katakulliler çevrildi; hükümet istifa etti.

Efendim, biz milletçe darbeleri sevmeyiz. Bakmayın bayrak asıp “ordu-millet el ele” diye bağırdığımıza. Erkek çocuklara sünnet düğünlerinde orgeneral elbisesi bile giydirdiğimiz görenler bizim darbe sever bir millet olduğumuzu sanabilir. Ama yanılır. Çünkü darbeden birkaç yıl sonra, ilk sandığa gittiğimizde, ordunun tasfiye etmeye çalıştığı siyasileri gene baş tacı ederiz.

Artık devir devran değişmiştir. Yeni Türkiye’de sandıktır efendimiz, milletin oyudur baş tacı edeceğimiz. “Oh ne güzel olacak; darbe yapılacak. Bunlardan kurtulacağız!” diye şıkıdım şıkıdım oynamaya hazırlananlarınız varsa, hevesiniz bundan böyle kursağınızda kalacaktır; kusura bakmayın.

(Sevgili Yalçın Pekşen’e teşekkürler, The Türkler adlı kitabı için.)