Artık masada iki seçenek var

Türkiye 28 Şubat meselesiyle ilgilenirken dünyada ilginç gelişmeler oluyor.

Nihayet İspanya sahne aldı. İspanya sorunu, Avrupa’ya ve dünyanın geri kalanına bu krizin ne olduğunu anlatacak derinlikte.

İlk önce Avrupa Merkez Bankası, oynamaya başladığı oyunun bir Ponzi ‘üçkâğıdına’ dönüştüğünü anlayacak. AMB, parasal genişlemeye devam edeceğini söyledi. Çünkü şu an başka çaresi yok. Draghi ve ekibi, İtalya, Fransa ve İspanya’daki bankaları ayakta tutmaya çalışırken euronun da değerini düşürmeye çalışıp, bu ülkelerin ihracatını yukarı çekmeye uğraşıyor.  Ama bu yol bir Ponzi yolu.

Bir İtalyan göçmeni olan Charles Ponzi, 1920’de 15 milyon doları - ki bu para o tarihte ABD milli gelirinin binde ikisi civarındaydı- yüksek faizle değerlendireceği sözü vererek toplamıştı. Ponzi, vadesi gelen ödemeleri sisteme yeni girenlerin parası ile yapıyor ama kendi parasını kesinlikle bu zincire sokmuyordu. Tabii beş ay sonra sistem çöktü.

Kapitalizmin tarihi sanıyorum bu tür ironilerle yazılacak. Şimdi batan Avrupa banka sisteminin borçlarını, ekonomik olmayan finansal cambazlıklarla, yani euro oluşturarak örtmeye çalışan yeni bir İtalyan var: AMB Başkanı Draghi.

Peki, bu yol nerede bitecek ve sonrası ne olacak?  

Kısa dönemde iki yol var. Birincisi iyimser senaryo: Bu hafta sonu başlayacak Fransa’daki seçim süreci, Sarkozy’de somutlanan tutucu, ulus-devletçi çizginin Avrupa’dan çözülüşünün başlangıcı olacak. Sarkozy’nin, kazansa bile, gücünü yitirmesi ve zorlamayacağı dengeler üzerinde iktidarını devam ettirmek zorunda kalması yeni-genişlemeci bir Avrupa’nın kapılarını açacak. AB-Türkiye ilişkileri, G.Kıbrıs’ın dönem başkanlığına rağmen, düzelme yoluna girecek. Tabii bu süreç, Hollande’ın kazanması halinde daha kolay yürüyecek. Ortadoğu’da buna bağlı olarak değişim süreci hızlanacak ve Suriye-İsrail gibi, ‘eski’nin devamını sağlayan rejimler tasfiye edilecek. Türkiye eksenli yeni bir entegrasyon gündeme gelecek. Hiç şüphesiz ki bu gelişmeyi Obama’nın yeniden seçilmesi tamamlayacak ve ekonomilerinin, bir önceki dönemin hastalıklarından arındırıldığı yeni bir sınırsızlaştırma ve bütünleşme dönemi ile tanışacağız.

Bu dönemin ayırt edici özelliği, piyasa mekanizmasının mümkün olan en geniş coğrafyada sorunsuz işleyebilmesinin sağlanması, bilginin, teknolojinin, sermaye ve işgücü akışının engelsiz sağlanması olacak. Bu, ancak piyasa dostu düzenleyici küresel kurumların ortaya çıkması, bu kurumlarının yeni döneme göre düzenlenmesi, güney ve kuzey arasında, bu kurumlar aracılığıyla yeni-güney lehine- bir dengenin kurulması ile olur.

Bu senaryoya uygun olarak, ABD ve Britanya gerekli hazırlıkları yapıyor. Daha doğrusu bu iki ülkenin şu an işbaşında olan hükümetleri buna yakın.

Yoksa ikinci senaryo bir cehennem senaryosu ve tabii ki ABD, Britanya ve Avrupa içinde bunun için çalışan sermaye güçleri ve bunların temsilcisi siyasi yapılar var.

Bu cehennem senaryosunun ne olduğunu tahmin edersiniz. Bu, yeni bir ulus-devletler cehennemi ve küresel balkanlaştırma politikası... Büyük ulus-devletler olduğu gibi kalacak, dünya ekonomik olarak yeni bir Keynescilik (devletçi kapitalizm) dönemine girecek. Bunun başlangıcı olarak da, silah, demir-çelik ve petro-kimya gibi sektörlere dayanarak krizden çıkmak için büyük ulus-devletlerin kontrolünde, Ortadoğu’da İsrail-İran’la başlayacak bir savaş devreye sokulacak.

Devletçilik savaş ve yıkım demektir!

Tabii ki 2. senaryonun ilk işaretlerini yalnız İran-İsrail gerginliğinde görmüyoruz. Örneğin Arjantin’in İspanya ile ortak sermayeli petrol şirketi YPF’yi kamulaştırması ‘devletçi ekonomiye dönülmesi lazım’ taraftarlarını sevinçle ayağa kaldırdı. Avrupa Komisyonu Başkanı Barosso, Arjantin’e sert çıktı ama Barosso, ulus-devletçi bir Avrupa ısrarı yüzünden AB’yi batıran Almanya ve Fransa’ya bakmalı önce. Ancak bu devletçilik-liberalizm tartışması, kapitalizmin ulus-devletlerle boğulmuş yolculuğunun bitmez kısır döngüsüdür. Kapitalizm, çok kısa bir dönem dışında, A.Smith’in anlattığı bir liberalizmle tanışmadı hiçbir zaman.

Keynes, bir konjonktür iktisatçısıdır. Şimdi dünyanın bu koşullarında Keynes’in çözümünü siz kriz çözümü diye anlatırsanız ilkönce Keynes mezarında ters döner.

Bakın karikatüre; Türkiye, bu tartışmayı 50 yıldır yapıyor; n’oldu o devletçi yol, nereye çıktı?