Baro başkanı ve ‘zannettikleri’

İstanbul Baro Başkanı Avukat Ümit Kocasakal“Biz Zannettik ki...”yle tekrar eden uzun bir ezber savladı Eskişehir’de. “Biz zannettik ki Cumhuriyet barolarda korunur. Biz zannettik ki günde 5 vakit laiklikten söz ederek laiklik korunur. Biz zannettik ki ordumuz var. O güçlü ordu bizi korur. Artık TSK vesaire yerine Türk silahsız kuvvetleri var. Siz Türk silahsız kuvvetlerisiniz. Bu yüzden durmadan çalışacağız” demiş Atatürkçü Düşünce Derneği’nde.

Kendisinin bir avukat ve savunma makamı temsilcisi olduğunu bilmeden dinlesek.. Savcı mı yoksa bu konuşan kişi de, “zan”deyip duruyor, iddia makamından konuşuyor, hayrola diye sorarız. Polis mi, istihbarat şefi mi de rahatsız, yoksa güvenlik elemanı mı ya da emekli askerler derneği üyesi falan mı deriz...

Ama hiç birisi değil... Kendisi gibi düşünmeyenleri “zan”lar üzerinden suçladığına bakmayın. “Zan” üzerinden ürettiği suçlamaları bir tarafa bırakın. Hezeyanlar içinde işlendiğini “zannettiği” muhayyel suç isnatlarını da diğer tarafa....

Aslında o bir avukat ve işi savunmak. Ama mesleğini karıştırıyor, unutuyor, obsesif bir takıntının kurbanı olarak, “zan”ları içinde kahroluyor...

***

Savunma kavramını ontolojik anlamda çökertecek bir konuşmadır bu... Kendi işgal ettiği avukatlık mesleği açısından da bu içler acısı konuşma, derin bir patolojiyi ele veriyor. İşi savunma olan avukatlar, müdafaayı bırakıp da “zan”lar üzerinden iddialarda, suçlamalarda bulunmaya başlayınca, aslında “zannetikleri” üzerinden, hedef aldıkları tarafa darbe vurmakla kalmıyor... Hesap etmedikleri başka bir şey oluyor; silah ellerinde patlıyor ve ne yazık ki göz göre göre; “savunma” dediğimiz kendi mesleklerini imha ediyorlar.

Avukatlığı buharlaştırıyorlar. Avukatlığın onuruyla oynuyorlar. İddia makamına öykünüyorlar. Emniyet gücü veya kolluk kuvveti olmaya özeniyorlar. Ümit Bey, siz bir avukatsınız, bırakın şu “zan” işlerini savcılara demek geçiyor insanın içinden...

***

İstanbul Baro Başkanı’nın “zannettikleri” üzerinden kendince çizdiği “suç topografyası” aslında tipik şekliyle 28 Şubat Darbe Süreci zihniyetinin kodlarını izah etmesiyle önemlidir. “Zan”lar üzerinden suç ihdas edip, insanları kovalamak, potansiyel suçlu ilan etmek tipik bir insan avcılığıdır. Bu insan avcılığının nihai manada varacağı netice ise totaliter rejimdir...

Ergenekon, Balyoz, 12 Eylül ve en son 28 Şubat soruşturma serüvenlerinde dikkatle izlediğim ve hayretle tanık olduğum şey de “zannetmek” üzerine birikiyor. Özellikle soruşturmaya tabi olan askeri kimliklerin ifadelerinde, kendilerinin böyle bir görevi olduğuna dair kuvvetli, hatta samimi bir “vehim”leri var. Yani partileri kapatırken, insanları hapse yollarken, işlerinden, ekmeklerinden, okullarından alıkoyarken, halka ve temsilcilerine sırt dönüp, güya akıllarınca itibarsız kılarlarken... Aslında bunun kendilerine verilmiş bir hak/görev olduğunu “zannediyor”lar...

Bu bağlamda darbe süreçlerindeki askeri aktörleri, diğer sivil aktörlerden ayırt ediyorum kişisel izlenimlerimde. Yani askerler, görevleri olduğunu “zannetmek”te samimiler... Çünkü onlar eğitim almaya başladıkları liseli günlerinden itibaren zaten “öyle bir görevleri olduğunu” zannederek eğitiliyorlar...

Ama ya sivil aktörler, “silahsız kuvvetler”? Mesela medyada darbe konjonktürünü hazırlayanlar, sendikalar, darbecileri ayakta satlerce alkışlayan akademisyenler, darbe çığırtkanlığı yapan barolar? Kendilerinde darbeye dair görev ittihaz eden sivil güçler? Onlar ne kadar samimi? Onlar niçin “zan”ları üzerinden hareket ediyorlar?

Avukat Ümit Kocasakal’ın hukuk tahsil etmiş, mesleği müdafaa olan bir kişi olarak “zan”nettiğini düşünmek abes... Onunkisi vehme dayalı bir cehalet değil, basbayağı darbecilik maalesef...