Ben Bernanke’nin dönüşümü

Merkez Bankası Başkanı Bernanke, uzun vadeli faizleri hedeflemek, paranın değer kaybetmesi, nakitle finanse edilecek bütçe açığı harcamaları ve Krugman tarzı bir enflasyon hedefini onaylıyordu.

Larry Ball’un yazdığı ‘Ben Bernanke’ye ne oldu’ konulu etkileyici ve rahatsız edici analizini bir kere daha okudum. Biliyorum ki, 28 Şubat’ta Ekonomi Politikaları Araştırma Merkezi’nin internet portalı Vox’da yayınlanan o analiz bazı çevrelerde dehşetle karşılanmıştı. (Mutlaka bu sadece grup düşüncesi değildir. Federal Merkez Bankası’nın daha çok şey yapmamış olmamak için çok iyi nedenleri vardır!)

Bence Ball’un analizini daha da geliştirmenin bir yolu var; Bernanke’nin eski pozisyonlarından neden çekildiği konusunda daha akla yatkın cevaplar verecek bir yol ama gene de Merkez Bankası’na pek iltifat etmeyen cinsten. Johns Hopkins Üniversitesi’nde ekonomi profesörü olan Ball, çoğumuzun zaten bildiği bir noktadan başlıyor: Eski Merkez Bankası Başkanı’nın, sıfır alt sınır ile karşı karşıya durumdaki Japonya Bankası’nın yetersiz tepkisine getirdiği sert eleştiri, ‘kendi kendini felç etme’ durumu. Bernanke, Merkez Bankası’na da ürkütücü şekilde uyuyor. O zaman soru şu: Ne oldu?

Ball, 2003’te bir Federal Açık Pazar Komitesi’nin sıfır alt sınıra dair bir tartışmasının ardından gözlemlenen bir değişime işaret ederek daha derine iniyor. Ball’un çözümlemesine göre, Bernanke o görüşmeden önce şunları en azından ihtimal dahilinde onaylıyordu:

- Uzun vadeli faiz oranları hedeflemek,

- Paranın değer kaybetmesi,

- Nakitle finanse edilecek bütçe açığı harcamaları,

- Krugman tarzı bir enflasyon hedefi.

Ancak 2003 sonrasında bu menü şunlara indirgenmiş görünüyor:

- Gelecekteki kısa vadeli faiz oranları üzerinde yönlendirme (Merkez Bankası’nın belirlediği oranlar),

- Uzun vadeli tahviller ve diğer konvansiyonel olmayan varlıkların satın alınması,

- ‘Rezervleri aşırı doldurmak’. Bu, parasal tabanı yukarı itmek oluyor.

Bu ikisine A menüsü ve B menüsü diyelim. Ball neden Bernanke’nin A menüsünü feda etmeye razı olduğu yönünde spekülasyon yapıp bunun küçük grup sosyolojisine bağlıyor. Eğer ben bir şey atlamadıysam, söylemediği şey ise A ve B menüleri arasındaki farkı neyin belirlediği.  Benim bakışım şöyle: A menüsünde belirlenen hedeflere ulaşmak ancak piyasalar ekonomi düzelirken bunun konvansiyonel olmayan politikalarla sürdürülebilir olduğuna inanırsa mümkün. A menüsü, yıllar önce de söylediğim üzere, Merkez Bankası’nın ‘sorumsuz davranmaya güvenilir şekilde söz vermesini’ gerektiriyor. B menüsü ise Merkez Bankası’nın mutlaka yapabileceği hareketleri içeriyor.

Şöyle de denebilir: B menüsü aletler üzerine, A menüsü ise Merkez Bankası’nın isabet sağlayamama ihtimali olan hedefler. A menüsü hakkında söylediklerim o kadar açık olmayabilir, o yüzden listeyi gözden geçirelim. Öncelikle, uzun vadeli faiz oranları hedeflemek için ne gerekir? Uzun vadeliler genellikle kısa vadeli faiz oranlarının izlemesi beklenen yola (ama uzun bir zaman içerisinde) göre belirlendiğinden, vaziyet daha iyi gözüktüğü zaman bile kısa vadelileri düşük tutmakta istikrarlı olmaktır. Yani güvenilirlikle alakalı bir mesele. Paranın değer kaybetmesi de aynı şey: Bir para biriminin değeri büyük oranda yatırımcıların uzunca bir gelecek dahilindeki karşılaştırmaları veya beklenen getiriye dayanır. O yüzden, para biriminizi değersiz tutmak için gene uzak geleceğe doğru düşük faiz hedefleyen politikalarda istikrarlı olacağına dair güven vermeniz gerekir; aksi taktirde piyasalar size başkaldırır (bakın Japonya’da neler oluyor!). Gelelim enflasyon hedefine. Benim kişisel katkım buydu. Tabii ki gene güvenilirlikle ilgilidir çünkü ekonomi bunalımdayken enflasyon üzerinde anlık etki gücünüz olamaz.

Nakitle finanse edilecek bütçe açıklarından ne haber? Bu, ilk bakışta bir istikrar meselesi değil de yapmak isteyince yapılabilir bir şey gibi duruyor. Ama sormanız gereken şu: Bütçe açığının nakit ile finanse edilip edilmediğini nasıl bileceksiniz? Bir likidite tuzağı içinde olduğunuz sürece piyasaya sürdüğünüz sıfır faizli kağıt parçalarının üzerinde ne yazdığı önemli değildir. Önemli olan, likidite tuzağından çıktıktan sonra ne olacağıdır ve bu da Merkez Bankası’nın nasıl hareket edeceğine bakar: Ekonomi bunalımdayken yarattığı parasal tabandan çekiliyor mu yoksa onu orada bırakıp bir miktar enflasyon oluşmasına izin mi veriyor?

Başka bir deyişle: Sıfır alt limiti bağlayıcılığını yitirmediği sürece bir bütçe açığının nakitle finanse edilip edilmediğini bilemezsiniz. Ve nakitle finanse edildiği söylendiği zaman da bunun etkili olması gene beklentilere dayanır. Tüm bunlar B menüsü ile taban tabana zıt. Evet, kısa vadeli oranlar için beklentiler geleceğe dairdir ama yakın geleceğe; o yüzden bir güvenilirlik konusu sayılmaz. Ekonomi bunalımdayken Merkez Bankası’na oranları muhtemelen 2014’e kadar düşük tutacağını söyletmekle onları enflasyon yüzde 3 veya yüzde 4 oluncaya dek düşük tutacağını söyletmek arasında fark vardır.

Şimdi tekrar soralım, neden Merkez Bankası B menüsüne istekliydi de A menüsüne değildi? Bernanke o soruyu cevapladı ama kendisiyle alakalı olarak değil, Japonya Bankası ile alakalı olarak. 2001 yılında Japonlar’ın nasıl ulaşacaklarını bilmedikleri bir hedefi açıklamakta isteksiz olduklarını söylemişti. Japonya Bankası’nın bu tavrını, ‘işleyeceği garanti olmadıkça hiçbir şey denemeye niyetli olmamalarını’ yerden yere vurdu. Ve sonra, kendisi de bir Merkez Bankası’nda çalışmaya başladı. Nereye varmak istediğimi anladınız. B menüsü, Merkez Bankası için A menüsüne göre daha az tehlikeli çünkü sonuçlardan ziyade yapılacak hamlelerden oluşuyor. Merkez Bankası uzun vadeli faiz oranları veya enflasyon konularında varamayacağı bir hedef ilan etmektense, izlediği yöntemleri anlatabilir. Yani, B menüsü kurumun hedefleri için daha iyi. Ne yazık ki ekonomi için aynı işlevde değil. Hakkaniyetli olalım; A menüsü etkili olur muydu bilemiyoruz ama Bernanke daha gençken bunun denememek için bir bahane olmadığını söylerdi.

Müthiş ekonomi ile zenginleri korumaya çalışıyor

Temsilciler Meclisi Bütçe Komisyonu’nun Cumhuriyetçi başkanı Paul Ryan, bütçe manifestosunun imajını en yüksek gelirli yüzde 1’e avantaj sağlayan yasal boşlukları (onlar her neyseler artık) gidereceği üzerine oluşturmaya çalışıyor ki, bütçe olduğundan daha az tersine Robin Hood gibi gözüksün.

Bu arada, Ryan’ın sunumlarının pejmürdeliğinden rahatsız olan sadece ben miyim? Ciddi analizlerden ziyade USA Today gazetesinden çıkma grafiklere benziyorlar. Basındaki çokbilmişlerin bunları ciddiye almaları medya kültürümüz üzerine çok şey söylüyor. Ama konu dağılmasın: O rakamlar (ki onlar aslında ‘vergi ayrıcalıklarına’ dairler) Vergi Politikaları Merkezi’nden geliyor. Ve eğer merkezin raporunu okursanız görürsünüz ki en yüksek gelirli yüzde 1’e yarayan vergi tercihleri, temettü ve sermaye kazancı üzerine ayrıcalık oranlarıdır. Tam da Ryan’ın yükseltilmemesi gerektiğinde ısrarcı olduğu o vergi oranları. Bütçeyi dengelemek ne idüğü belirsiz kaynaklara dayanma sahtekarlığıyla kıyaslayınca bu ikinci dereceden önemli sayılır ama gene de ipliğini pazara çıkarıyor.

İstihdam yaratanlar üzerine

Zenginlerin vergi oranlarının ekonomisine dair yazdıklarıma kimilerince faydalı bulunabilecek (ve tabii ki malum şüphelileri kızdıracak) bir kıyaslamayla devam etmek istiyorum.

Politik bir önermeyle başlayalım: Orta sınıf mensubu Amerikalılar, bütçeye pahalıya patlayacak olsa dahi, kazanılan gelir vergilerin düşürülmesinde büyük bir artışı kendi iyilikleri için desteklemelidirler. Neden? Çünkü bu vasıfsız işgücü arzında artış getirerek orta sınıf Amerikalılar’ın satın aldıkları şeylerin fiyatlarını düşürecek ve gerçek gelirlerini artıracaktır. Tamam, kimsenin, fakir işçilere daha çok yardım isteyenlerin dahi, bu önermeyi ortaya koyacaklarını sanmam.

Eğer amacınız orta sınıfa yardım etmekse o zaman orta sınıfa yardım edersin; gelirlerin artması ümidiyle başka bir grubun emeği üzerinden sübvanse etmezsin. Şimdi bir diğer politik önermeyi değerlendirelim: Orta sınıf mensubu Amerikalılar, devlet gelirini maksimize edecek oranlardan gayet uzak olan zenginlerin vergi oranlarını artırmayı kendi iyilikleri için desteklemelidirler. Neden? Çünkü düşük vergi oranları zenginlerin daha çok efor göstermelerini teşvik ederek orta sınıfın gelirlerini artıracaktır.

İlk önermenin aksine, bu pek çok kişi (mesela Cumhuriyetçi partinin tamamı) tarafından savunulan bir iddia. Ama aslında ikisi de aynı önerme! Biri vasıfsız işgücü desteği ile orta sınıfa yardımcı olmayı öneriyor; diğer varlıklı olandan elde edilecek potansiyel devlet gelirini feda ediyor yani elit işgücüne destekle orta sınıfa yardım edecek. İkisi de eşit derecede kötü ekonomi stratejileri.

Yanlış anlaşılmasın, eğer isterseniz zenginlerin hakkıyla kazandığı gelirlere başka amaçlar için el koymanın yanlış olduğu yönünde ahlaki argümanlar geliştirebilirsiniz. Ben buna katılmam ve esas ahlaksızlığın bu kadar çok vatandaşımızın sıkıntı çekmesine göz yummak olduğunu savunurum.

Ama bu apayrı bir söylem. Sağcıların iddiası şu ki, zenginlerin vergilerinin düşük olmasına yönelik argümanlar ahlaki değil, doğrudan ekonomi bazlı temellere dayanıyor; yani tepedekiler için Herbert-Hoover dönemlerindeki vergi oranlarına dönersek herkes daha zenginleşecek.

Ve bu sonuca varmanın tek yolu ise şu görüşü savunmak: Zenginlerin daha çok efor sarf etmesinde öyle büyük toplumsal kazançlar var ki, bunlar daha alt seviyedekiler daha çok veya daha sıkı çalıştığında edinilecek kazançlara her nasılsa denk değil.

ARKA PLAN:  RYAN

Bütçe planı ateş altında

Cumhuriyetçiler’in kontrolündeki Temsilciler Meclisi, 29 Mart’ta vergi yasasını revize edecek ve harcamalarda 5.3 trilyon dolar kesintiye yol açacak bütçe planını kabul etti. Bütçe ve Politika Öncelikleri Merkezi’nin tahminlerine göre bunun yüzde 62’si düşük gelirli Amerikalılar’a yardımcı olacak programlardan gelecek.

Meclis’in Wisconsin vekili Paul Ryan’ın hazırladığı plan, fakirlere sağlık hizmet sağlayan Medicaid programından 2022’ye dek toplam 810 milyar dolar kesinti yapacak ve programın yakın zaman önce başlanan sağlık reformu kapsamında büyümesi için ayrılan 1.6 trilyon dolarlık fonu iptal edecek. Bir 133.5 milyar dolar da, 10 yıllık bir süre kapsamında, ulusal yemek kuponu programından kesilecek ancak savunma harcamalarında 200 milyar dolar artışa gidildi. Bütçe ayrıca en yüksek gelir vergisini yüzde 35’ten yüzde 25’e indiriyor ki, bu bazı uzmanlarca zenginlere oransızca yarayacağı bakımından eleştirildi.

Ryan’ın bütçesi pek çok Cumhuriyetçi tarafından ülkenin yükselen bütçe açığını kontrol etmek için gerekli adımları atacak bir plan olarak karşılandı. Cumhuriyetçi başkan aday adayı Mitt Romney, Chicago’da yaptığı bir konuşmada bütçeyi ‘cesur ve heyecan verici bir çaba’ olarak tanımladı.

Başkan Barack Obama ise 3 Nisan günü Washington’da yaptığı bir konuşmada Romney’nin bütçe planını desteklemesini eleştirerek bütçenin zengin ve yoksul arasındaki uçurumu genişletecek bir ‘Truva atı’ olduğunu söyledi.