Beşiktaşlının zor yılı

Bitirdiğimiz yılda Beşiktaşlı olmak zordu. Üzücüydü. Bir önceki yılda Galatasaraylı olmanın çok can sıktığı gibi.

Yılın ilk bölümünde işler play-off saçmalığının getirdiği maç yoğunluğuna karşın iyi gitti sayılır. Takımın 15 maç yenilmediği oldu. Bu dönemde hemen herkes takımı yöneten Carvalhal’in başarılı olduğunu düşündü.

Öyle ya, işler iyi gidiyorsa aslan payı komutana çıkmalı.

Ancak yarışın tümüne baktığımızda, Carvalhal’ın takımı değil, takımın Carvalhal’i taşıdığını anladık.

Ve ikinci dönem içindeki kısa zamanda görüldü ki takımın ne kendini ne Carvalhal’i taşıyacak hali kalmış!

Yoğun maç trafiği + yoğun sakatlıklar + üç cephede savaşma zorunluluğu + emanetçi Carvalhal’in böyle bir ortamda işi taşıyacak çapta olmaması + nefes alacak zamanı kalmayan, bedence ve kafaca dinlenemeyen oyuncuların bir de transfer taksitlerini alamayışlarının olumsuz etkisi + yöneticinin duruma ilgisiz kalması + Başkanın tam zorluklarla boğuşmak gerekirken yolun ortasında Beşiktaş’ı kurtarmaktan uzaklaşıp Türk futbolunu kurtarmak için TFF’nin başına gitmesi + taraftarın takıma güç vermek yerine küfürbazlık yarışı içine girmesi + ille de parasızlık, parasızlık, parasızlık...

Hani Fenerbahçe’den söz ederken ağız alışkanlığı ile “Tüm yaşadıklarına rağmen...” diye başlıyorlar ya... Fenerli futbolcular ne yaşadılar ki? Her şeyleri yerindeydi. Yöneticileri, Hocaları başlarında, paraları ceplerinde, taraftarları arkalarında... Kulübün içinde bulunduğu durum onlara olumlu yansıdı... Azim getirdi.

Beşiktaş’ın Süper finalin üçüncü maçından sonra yeniden amacına asılması gerçekten takdire değerdi!

Ancak bu asılış isteği ve duygusu pamuk ipliğine bağlı gibiydi. En ufak bir zorlamada kopardı. Son Trabzonspor maçında 10 kişi kalan rakibe karşı da böyle oldu.

Beşiktaş’a, öncelikle özgüven kazandırmak gerek. Bu da öncelikle adıyla değil sahadaki yaptıklarıyla maç kazanacak bir kadro kurmaktan geçiyor.

Süper Final!

Spor Toto Süper Ligi’nin ilk dördü nasıl sıralandı ise saçma bir yaklaşımla arkasına eklenen Süper Final’in ilk dört sıralaması da öyle oldu:

1.Galatasaray, 2.Fenerbahçe, 3.Trabzonspor, 4.Beşiktaş.

Hak yerini buldu.

34 maçlık emekler çöpe atılmadı.

Süper Lig’in ikinci dörtlüsü de aralarında yeniden oynadılar. Adı Avrupa Ligi Grubu olan bu dörtlünün son sıralanmasından da bir başka ders doğdu.

Bu grubun maçları başlarken sıralama 1.Eskişehir 2. İBB 3.Sivasspor ve 4.Bursaspor’du. Gruba son sırada başlayan Süper Lig 8.si Bursaspor, altı maçlık verimiyle en öne geçti. Ve öteki rakipleri birer basamak aşağı kaydılar! Sıralama; Bursa, Eskişehir, İBB, Sivas oldu.

Bursa, AL için ilk grubun dördüncüsü Beşiktaş ile oynayacaktı. Ancak ZTK finalisti olarak (finaldeki rakibi F.Bahçe de ŞL’ne katılmayı garantilediği için) AL’ni garantilediğinden o maça gerek kalmadı.

Şimdi varsayalım ki Süper Ligi birinci bitiren, yani şampiyon, Süper Finalin ilk dörtlüsünde dördüncü, ikinci grubun dördüncüsü de grubunda birinci oldu.

Bu iki takım maç yapacaktı. Ve eğer ligi sekizinci bitiren, ikinci grubun birincisi; ligi birinci bitiren, ilk grubun dördüncüsü ile oynadığı maçı kazanırsa...

Süper ligin birincisi ya da şampiyonu havasını alacak, Avrupa’ya çıkamayacaktı! Ama lig sekizincisi Avrupa’ya çıkacaktı!

Play-off ya da Süper Final olarak toplum yaşamımıza sokuşturulan, birilerinin birkaç milyon daha fazla kazanması için bulunmuş, adı kimilerince ‘heyecan yaratma’ konan işte böyle bir adaletsizlikti.

Sıralamalar rast geldi adaletsizliği görülmeyecek biçime getirdi de kurtulduk.

Dilerim ters bir rüzgâr esmez, seneye futbolumuzun, futbolcumuzun bezdirilmesi; toplumun futboldan soğutulması anlamına gelen şu Süper Final saçmalığı bir daha önümüze konmaz.

BIKTIK, USANDIK

l Yenilginin üzüntüsünü, kazanmanın

coşkusunu başkalarını rahatsız etmeden taşıyabilmeyi öğrenemeyişimizden bıktık, usandık.