Bin Ladin sonrası El Kaide

Ölümünden bir yıl sonra Usame bin Ladin, yıllardır olageldiği gibi, cihad hareketinin sembolik lideri olmaya devam ediyor.

Bin Ladin, ölümünden önceki birkaç yıl boyunca güvenlik nedenleriyle El Kaide’yi aktif biçimde yönetmiyordu. ‘Çekirdek’ El Kaide, birçok cihad örgütü gibi yatay olarak yapılandırıldı. Böylece yönetim faaliyetleri devrediliyor ve önemli liderler en az bir vekil ile yakın ilişki içinde oluyordu.

Bin Ladin’in yardımcısı Eymen el Zevahiri liderliğindeki ‘çekirdek’ El Kaide, artık eski güçlü terör örgütü değil. Buna karşın, Batı istihbarat örgütleri tarafından El Kaide ve Bağlı Hareketler (AQAM) olarak isimlendirilen, daha yaygın bir örgüt tehlike arz etmeye devam ediyor. Üstelik etki alanı daha geniş.

***

Yıllarca, kıdemli liderler; şubelerden (Arap Yarımadası’ndaki El Kaide, İslami Mağrib’deki El Kaide), müttefiklerden (örneğin Afgan ve Pakistanlı Taliban), Boko Haram gibi bağlı örgütlerden, bizzat yetiştirdikleri teröristlerin uyuyan hücrelerinden (Londra’daki bombalama olaylarını gerçekleştirenler gibi) ve ‘yalnız kurt’ saldırganlardan (bu yılın Mart ayında Toulouse’da yedi kişiyi öldüren Muhammed gibi) müteşekkil, karmaşık bir ağ kurdular.

Bunlara ek olarak, El Kaide başka direnişlere dahil olmak için yıllarca uğraştı: Afganistan’da, Irak’ta, Somali’de ve İslami Mağrib’deki El Kaide mücahitleri tarafından desteklenen ayrılıkçı Tuaregler’in, Azavad Bağımsız Devleti’ni ilan ettikleri Kuzey Mali’de.

Başlangıçta Arap Baharı karşısında afallamış olsalar da, AQAM örgütleri bölgedeki güvensizlik ortamından istifade ederek, faaliyet alanlarını genişletme konusunda çabuk davrandı. Libyalı isyancılar arasında AQAM mücahitleri de görüldü ve devrim sonrası Bingazi’de El Kaide bayrakları açıldı. Arap Yarımadası’ndaki El Kaide ise devrim karmaşasında, güney ve orta Yemen’deki bazı bölgeleri ele geçirdi. Irak, Ürdün ve Lübnan güvenlik güçleri, yüzlerce mücahitin Esad’a karşı Suriye’ye gittiğinden bahsediyor. Mısır’daki karmaşa sonucu Sinai Yarımadası’nda yeni bir El Kaide örgütü ortaya çıktı. Eymen el Zevahiri’nin uzun zamandır kurulmasını arzuladığı bu örgüt, İsrail için de bir tehdit.

AQAM; yeryüzünde görünür dalları olan, yeraltında ise büyük ve karmaşık bir kök sisteminin desteklediği olgun bir ağaca benziyor. Bin Ladin ve Enver el Evlaki gibi büyük dallar bile olsa, bir dalının kesilmesi, köklerini zayıflatamayacaktır. İşte ‘teröre karşı savaş’ sürdürenlerin sorunu da bu.

Arap Baharı ise bu kin ve umutlara alternatif bir yol önerme potansiyeline sahip.

Tunus ve Mısır’daki seçimlerin İslamcı partilerin lehine sonuçlanması sürpriz değil. Ayrıca pek çok insan, hükümetlerinin İslami prensiplere göre hareket etmesini istiyor. İslam devletinin doğası konusunda hem ılımlıları, hem de radikalleri içine alan yeni bir tartışma başladı.

Laik ve liberal partilerin seçimlerdeki başarısızlığı, Batı’nın askeri, ekonomik, siyasi ve kültürel müdahalelerine karşı bir tavır olarak da görülebilir. Bunlara karşılık olarak Batı’nın bölgedeki etkisini devam ettirmek üzere perde arkasında yeni bir politika geliştirmesini izledik. Tony Blair bunu ‘kontrollü değişim’ olarak adlandırdı. Aynı zamanda Washington, hem Taliban hem de Müslüman Kardeşler ile diplomasi yollarını açarak olasılıkları değerlendiriyor.

Petrol tedariği ve diğer pek çok endişenin dışında, ‘teröre karşı savaş’ın geleceği ve İsrail’in güvenliğinin sürdürülmesi, bölgedeki yeni hükümetlerin Batı ile işbirliği yapma konusundaki istekliliklerine bağlı.

***

Arap Baharı ile başlayan demokratik sürece müdahalenin izleri şimdiden görülüyor. Mısır’da, 23 başkan adayından, önemli iki İslamcı aday dahil 10’unun seçime girmesi yasaklandı. Libya’daki geçiş hükümeti ise; kabilesel bağlara, etnik kökene ve dini temellere dayanan hiçbir partinin Haziran ayındaki parlamento seçimlerine katılamayacağını söylüyor.

En radikal İslamcılar’ın siyasi iktidara sahip olmaması için tasarlanmış bu politikalar, kendi sonlarını getirebilirler. Tarihin en şiddetli cihad örgütlerinden, Cezayir’deki “Groupe Islamiste Armee” (GIA); 1991’de özgür ve adil seçimler sonucu seçilen İslamcı siyasi parti FIS’ın iktidara gelmesinin engellenmesi sonucunda ortaya çıkmıştı.

Fakat bir platform sağlandığı takdirde, radikaller bile yeni bir siyasi pragmatizm keşfedip sonunda şiddetten vazgeçebilirler. Eymen El Zevahiri seçime tamamen karşı değil: 2009’da “İslami anayasa şemsiyesi altında, güvenilir eller tarafından yürütülecek seçimler memnuniyetle karşılanacaktır” demişti.

Amerikan düşünce kuruluşu RAND tarafından kısa süre önce gerçekleştirilen bir araştırmadan, terörist örgütlerin ortadan kalkmasının beş yönteminden birinin “örgütün siyasi sürece katılması” olduğu sonucu çıktı. Doğru koşullar sağlanırsa cihat örgütleri, IRA’nın Sinn Fein’i oluşturduğu gibi siyasi bir kanat oluşturarak veya bir vekil aracılığıyla siyasi arenaya girebilirler mi?

Ortadoğu’da, toplumu tüm karmaşıklığıyla daha geniş bir şekilde kapsayan ve uzun süredir varolan kinlere gerçek çözümler sunan, yeni bir siyasi paradigmanın ortaya çıkmasına izin verilmeli. İşte burada, bin Ladin’in benimsediği türde, şiddet içeren cihadın sona erdirilmesi için gerçek bir fırsat bulunabilir.

* Bu yazı STAR Gazetesi için kaleme alınmıştır.

>>YAZARIN İNGİLİZCE YAZISI İÇİN TIKLAYINIZ