‘Bir bahar günü doğdun sen

Baharın ta kendisi oldun sen”... (Sezai Karakoç)

1500 yıl evvel Medine’nin susuzlukla kıvrandığı uzun günlerden birinde, Hz.Resulullah’ın(sav) yağmur ve bereket için duaya durduğu demler...

Şehir ıssız, şehir sesini kısmış... Derken, yağmurun parmak uçları... Pıt... Pıt... Pıt...

Ardından gök makasları şakırtılarla kesmeye başlıyor yere yayılmış susuzluk kumaşını... Rahmet elbisesini dikecek iplikler yağmaya başlıyor göklerden...

Şaha kalkmış küheylanlar gibi kişnemeye başlıyor ilk yağmur rüzgarlarının, güçlü boyunları...

Sonra yağmur küheylanları, birer arslana dönüşüp kükremeye geçiyor... Kırbaç gibi şakladıkça yıldırımlar, kükreyen arslanlardan sağanaklar boşanıyor...

Ve düğün başlıyor!

Kapaklarını açtıkları küpleri, kazanları yollara diziyor Medineli kadınlar... Mescid’in kıyısına dizilmiş boş bakraçlar gülümsüyor... Çocuklar sevinç naraları atarak sokaklara fırlıyor... Aralarında “cennetin küpeleri”Hasan ile Hüseyin de var... Canfeda Fatıma Zehra’nın yüzünde güller açıyor... Perdelerini aralayıp pencerelerinden sevinçle bakıyor Medine’nin anneleri... Nineler kapılarını açıp, şükür duasına açılan ellerini uzatıyor yağmura... Erkekler salavatlar getirip, tekbir alıyorlar... Hamdolsun! Yağmuru ve bereketi gönderen Errezzak olana, Errahman olana, Elkerim olana, Ya zelcelali ve ikram olana!

***

Derken...

Aydınlık yüzü her zaman mütebessim olan Fahrikainat(sav) açıyor kapısını... Az evvel dua denizinden çıkmış bir gemi kaptanı gibi... Teşekkür ve hamdlerle yaşarmış gözleri, bir müddet sevinçten koşuşan çocuklara merhametle bakıyor...

Sonra onlara doğru çıkıp, yağmurun altında sarığını çözüyor yavaş yavaş...

Başının üzerinde daireler çizerek çözüyor ağır ağır sarığını...

Sağ eliyle açıp sol eline doladığı sarık şimdi sırılsıklam...

Çocuklar etrafında dönmeye başlıyor...

Elleriyle yağmurdan ıslanan saçlarını tarıyor... Gülümseyerek, hamdederek...

Çocuklar salavatlarla etrafında koşuşan melekler misali...

Fatıma Zehra, onları perdesini kaldırdığı penceresinden gülerek seyrediyor... Selavatlar, tekbirlere karışıyor... Fatıma’nın onları tebessümle seyrettiğini görünce; “ne yapayım” dercesine iki elini iki kenara açıyor Fahrikainat(sav)...

“Az evvel husule geldi” diyor Fatıma’ya... Damlaları işaret ederek...

Masumiyeti tarif ediyor yağmur damlasının şeffaflığında. Dokunulmamışlığı işaret ediyor yağmur damlasının arılığında...

Bakir olanı selamlıyor, yağmur damlasının duruluğunda...

Cevherden kopan cevheri, nimettir, azizdir diyerek, başına tac ediyor...

Yepyeniliklerle dolu, taptaze rahmet tanelerini, sanki tek tek selamlıyor, tek tek başlarını okşuyor sanki yağmur damlalarının...

Az evvel Rablerinin izniyle, Rablerinin katından yere inzal olmuş yağmur tanelerine birer birer hoşgeldiniz diyor...

Ve onları avuçlarında yeryüzüne taşıyan melekleri selamlıyor.

Her bir yağmur tanesini tek tek yapmakla görevli melekleri, onları yere indirenleri ve ardından vazifesini tamamladıktan sonra secdeye kapananlarını...

Kainatın en görkemli şiirlerini okuyor her bir damlada, her bir damla İlahi rahmetten bir mektupmuşçasına...

Hoş geldin baharla gelen. Hoş geldin kalplerin ilkbaharı. Hoş geldin Ya Resulullah! (sav)