Bir işçi de Dostoyevski okuyabilir

Yepyeni yönetmenler yepyeni filmlerle karşımıza geliyor. Bazıları umutsuzluk bazıları ise sevinç yaratıyor. Caner Erzincan’ın yönettiği Kürtçe ‘Yılan’ anlamındaki Mar, gelecek için ümidimizi arttıran yapımlardan. Filmin iki başrol oyuncusu Begüm Kütük ve Volga Sorgu, Türkiye’deki önyargılara dikkat çekiyor. Dünyanın başka bir ülkesinde herhangi işçinin Dostoyevski okuyup şehirli kadın doktora aşık olabildiğini belirten Sorgu, “Meksika’da olsak, çok farklı insanlara aşık olup bir birliktelik yaşayabilirdik ama Türkiye’de köylü bir erkeğin diş doktoru güzel şehirli bir kızla olması imkansız. Sistem izin vermez” diyor.

Proje size nasıl geldi?

V.S: Proje bana internet üzerinden mail olarak geldi. Caner’le muhabbetimiz telefon üzerinden gelişti. Filmin yönetmenini görmeden onunla sadece yazdığı şey üzerinden empati kurma şansım oldu.

B.K: Caner role beni uygun görmüş. Yoğunluğum dolayısıyla uzun bir süre ulaştıramamışlar senaryoyu. Proje benim elime ajans yoluyla geçti. Senaryoyu okumaya başladığımda elimden bırakamadım. Caner’le bir araya geldiğimizde, kafasındaki öyküyü bana anlattığında aynı dilden konuştuğumuzu anladım. Projeye böyle başladık.

Bu rolleri kariyerinizin neresinde görüyorsunuz?

V.S: Bu rol bana daha önce yaptığım bir rolü tekrar yaptığım duygusunu hissettirmedi hatta tam tersine böyle bir şey çekilse acaba ben oynar mıyım sorusuna cevap veren bir film oldu. Dönüp baktığım zaman olumlu duygularla hatırlayacağım bir filmdir.

B.K: Senaryoyu okumam biterken gözümden bir damla yaş düşmüştü. Senaryoda hissettiklerimi oynayarak seyirciye ulaşmasını istedim. Caner bana bu yolu açtı. Hayatta her şeyin para pul ya da  popülerlik olmadığını düşünüyorum.

YILAN KORKTUĞUMU HİSSETSEYDİ

Yılan herkesin cesaret edip yaklaşabileceği bir hayvan değil. Ne tür bir alışma süreci geçirdiniz? Bu korkuyu nasıl yendiniz?

V.S: Korkuyu hissederek ve çok hızlı bir şekilde yendim. Sadece zamanlaması önemliydi, erken günlerde çekileceği için tabiİ ki hayvanla bir empati kurmam mümkün değildi. Bu tip hayvanlar sizin korktuğunuzu hissederlerse size zarar verirler. İnsanla empati kurmak zor ama hayvanla kurmanız da pek mümkün değil. Şöyle bir düşünce de var ‘İnsan düşünen bir hayvandır.’ Aslında insan en hayvandan daha zararlı bir hayvandır benim için. Ama böyle kitabi kelimeler bazen yılanlarla çalışırken işlemiyor. Normal sıradan bir hayvanda bile korktuğunuzu belli etmemek gerekir. Hayvanların insanla ilişkisinde durum daha farklı.

B.K: Volga filmde bir yılan toplayıcısını canlandırdığı için yılanlardan uzak durması mümkün değildi ve bunu başarabilmek için inanılmaz çaba serfetti.

Hem maddi hem manevi anlamda insanı  fakir  bırakıyorlar

Filmde ayrı sosyal sınıflara ait insanlarsınız. Yılmaz’ı bu imkansız aşka iten şey nedir?

V.S: Bu filmi hiçbir zaman bir milyon kişi izlemeyecek çünkü hiçbir kadın Bahar’la özdeşleşmeyecek, hiçbir erkek de Yılmaz’la özdeşleşmeyecek. Diş hekiminin Yılmaz’ı sevmesi gerekmiyor, Yılmaz’ın da durumu kabullenmesi çok zor değil aslında. Ama bütün bunlarda filmin gerçekliğine delalet ediyor bence. Biraz da arabesk bir toplum olduğumuz için bu tarz zorluklara, olmayacak şeylere umut besleyebiliyoruz. Her ne kadar film Konya’da çekilse de aslında Van anlatılıyor. Ama neresi olursa olsun, insanlara aynı şartlarda eğitimi, aynı şartlarda duyguyu yansıtamıyoruz. Türkiye bir mozaik aslında, herkes, her yer aynı değil. Ben gidip Meksika’daki Alaska’daki birine aşık olup da çok farklı şeyler yaşayabilirim, bu kolay olabilir. Ama Türkiye’de bu kadar kolay olmuyor. Şehirden gelen bir diş hekimi olsun ve sen köylüysen o insana aşık olamazsın. Çünkü sen köylüysen eğitimsizsin oluyor. Aslında öyle bir durum yok ama. Bir inşaat işçisi de Dostoyevski okuyabili. Belki de bizim anladığımızdan çok daha fazla şey anlar. Çünkü onun hayatıyla pratik yapma imkanı var. İnsanların bu şekilde kilitlenmesinden benim umutsuzluğum. Eğer burası Türkiye’yse köyde yılan toplayan adam kasabadaki diş hekimiyle birlikte olamaz. Sadece garip bir şekilde etkileşir. Burada sadece bazı insanları maddi anlamda değil manevi anlamda da fakir bırakıyorlar. Zengin ettiklerinden değerlerini alıyorlar, fakir ettiklerinden de “Bırak zaten onlarında değerleri onlarda kalsın” diyorlar. İki tarafa da kıyıyorlar aslında.

İZLEYİCİLER ÖZDEŞLEŞEMEYECEK

Filmde Bahar’ın iç dünyasına dair bir şeyleri göremeyişimiz, Yılmaz karakterini bastırmamak için mi?

B.K: Bu filmde odak noktası Yılmaz gözükse de birbirinden bağımsız jenerasyondaki üç erkeğin tek olma hikayesidir. Aslında onlar üç tane bağımsız erkek değil tek bir erkeği temsil ediyor yani yaşayan bir erkek. Öyle olduğu için de Bahar’ın yaşamını açmaya çalışsaydık ana hikayeden kopup erkek hikayesinden vazgeçmek zorunda kalabilirdik.

Film bir aksiyon filmi değil ama söylenenler çok sert ve dramatik?

V.S: Yılmaz’ın garipliği, naifliği insanın hoşuna gidiyor ama ben çok agresif, kavgalı, sıkıntılı, üzüntülü bir rol oynadım aslında. Bütün öfkesini içinde tutmuş. Her şeyi annesinin filmde görmediğimiz ölümüyle geliyor. Aslında hoyrat, duygusallığı da rötuşa açık bir karakter.

B.K: Ama Bahar’la tanıştığında agresifliği tükeniyor. Kendi de belki tanımını bilmiyor ama Baharla tanıştığında içindeki boşluğu da dolduruyor olabilir.

V.S: Filmi izleyen eyirci hiçbir karakterle özdeşleştiremeyecek kendini çünkü izlediğini görecek, hayal ettiğini değil yani.

KENDİME ‘FİLMCİ’ DİYORUM

Jön değilsin, tam tersi negatif karakterleri başarıyla canlandırıyorsun. Kariyerine bu tarz filmlerle mi yoksa kamera arkasında mı devam edeceksin?

V.S: Filmlerde oynamaya devam edeceğim. Görünmeyen yönetmen kimliğime kimse aldanmasın yani. Bunu fark edip benimle çalışmaktan vazgeçen yönetmenler var.  Bu anlamda benimle çalışmayan yönetmenleri çok seviyorum. Biyat etmeyi seven bir insanım. Ben öbür gün film çektiğimde kendi oyuncumdan aynı anlayışı beklerim. Sadece oyuncu, sadece yönetmen ya da sadece senarist değilim. Ben sinemacı, filmciyim. Bana sorulduğunda kindimi ‘filmciyim’ diye tanımlamayı tercih ediyorum.