Bırak tefrikayı artık

Çünkü Rağbet Günlerindeyiz... Tevhide ne zaman rağbet edeceksin?

İşte kapını çaldı yine. Şehrin öteki ucundan koşarak çıkıp gelmiş o güzel insan gibi... Ağrılarla, nice endişe ve kederlerle sabahı zor ettiğin bir seherde, okunan ilk ezanlar gibi... Kapında duruyor. Nicedir özlediğin bir arkadaş gibi... Karları eriten ilkbahar gibi... Kış gecelerinden çıkar gibi... Regaib-i Şerif’tir gelen. Af ve mağfiretin mektubu... Zamanların dönüp dolaşıp iyiliğe çıktığının müjdesi gibi... Kurdelesi açılmayı bekleyen hediye gibi... Kapında duruyor. Bırak ayrılığı şimdi...

Kapıda sizi bekliyor, açık bir deniz gibi. İşte bugün yola çıkabilir içinizdeki tüm gemiler. “Haydi vakit geldi” diyor size gülümseyerek... Elini kibarca uzatıyor. Hani yürümeyi ilk öğrendiğiniz günlerdeki gibi. Başını, “evet yapabilirsin” dercesine sallayarak, gözlerinizin ta en içine bakarak eliyle “gel”diyor... Haydi gelebilirsin... Yapabilirsin... Bunca heva ve hevesin içinde oynamaktan usanmadın mı daha?

Zamanın ilkbaharı geldi kapınıza. Rağbet Günleri başladı. Eşiğinize serilmiş hayırlı haberler, sürprizler, armağanlar, mektuplarla, tüm hasret çektiklerinizden selamlarla... Receb-i Şerif kadem bastı kapılarımıza...

Farzedin ki; Yeryüzünün tüm ağaçları, kalem olmak üzere kapınıza gelip dayanmış...

Farzedin ki yeryüzünün tüm denizleri, üçler, yediler, kırklar, toplanıp gelmiş kapınıza, mürekkep olmaktır niyetleri... Kalem ve mürekkeptir kapınızdaki. Arzıhalinizi yazacaksınız yarinize... Ömür değil, ömürler bitse, yine de sevgiliye yazılacak mektubun kelimeleri bitmez değil mi... Ya bu mektubun ve kelimelerin Sahibi Allah ise, bir de onu düşünün... Yani bir seher vakti kapınızı çalan Rabbinizden gelen bir mektupsa... “ Yaratan Rabbinin adıyla oku” diyerek sesleniyorsa o mektubun başında... “Yeryüzündeki tüm ağaçlar kalem, tüm denizler mürekkep olsa, arkasından yedi deniz daha ona katılsa... Allah’ın sözleri yine de yazmakla tükenmez. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Lokman, 27)

Bugün bir mektup geldi, hepimize... Rahman ve Rahim olan Rabbimizin af ve mağfiret ilanıdır kapılarımızı çalan... Bugün Receb-i Şerif’tir ki zamanın onurlu habercisidir...

***

“Recep Ayı, Allah’ındır, Şaban Ayı benim, Ramazan Ayı ise ümmetindir” diyor Hz. Peygamber (sav). İnsanoğlunun Yaratıcısıyla hemhal olup, sırdaş kesileceği demlerdeyiz...

Regaib kelimesinin, genişlik, yönelim, arzu ve rağbet gibi anlamları var. İsfehani’ninMüfredat adlı sözlüğüne bakarsanız, Arap şiirlerinde geniş adımlarla koşarak bir nefeste tüm sahraları dolaşıveren atlar için de kullanılıyor rağibun kelimesi... Dönüp dolaşıp kapılarımıza ulaşan bir zaman esintisi olarak Regaib, adeta bir süvari, bahşedilmiş zamanların süvarisi... Ve elbette kalp genişliğine delalettir regaib, günlük sıkıntı, telaşe ve siyasi stresler gibi ufunetin içinden çıkış. Dar zamandan geniş zamana geçiş. Hırstan hevadan, sükun bulmak. Bunların hepsi Regaib’te birleşiyor...

Genişlik ve rağbet mefumlarını bir arada düşününce benim aklıma ilkin inşırah suresi geldi, sizlerle paylaşmak istedim... “Biz, senin göğsünü yarıp-genişletmedik mi? Ve yükünü indirip-atmadık mı? Ki o, senin belini bükmüştü de senin şanını yüceltmedik mi? Demek ki, gerçekten her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten her güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın yorulmaya devam et... Ve yalnızca Rabbine rağbet et.”

Kalplerimize bakmak zamanıdır Regaib. Orada maalesef huzur yok, orada yaygaralı ezberlerle doluşturduğumuz, hesapsız lakırdılardan, hasetten, şiddetten, hevesten başka bir şey yok. Tüm bu siyahi perdeler, kalpleri paramparça ederken, zihinler tevhide yaklaşacağı yerde infilak oluyor nefsani engellerle... Regaip, uyanmaktır uykudan. Farkına varmaktır nefsini. Zira ancak nefsini bilen bilir Rabbini...