Bırakın birileri de sizin için ‘satılmış’ diyebilsin

Hadi bakalım, yeni ve nur topu gibi bir “tartışma konumuz” daha oldu: “Satılmış kalemler...”

Şimdi bütün meslek kuruluşları sıraya girip, medyanın bir bölümünü satılmış ilan eden Başbakan’a yüklenecek...

Hakları vardır...

Mesleklerini ve meslektaş masuniyetini savunuyorlar... “Meslektaş masuniyeti” diye bir şey olabilir mi, o ayrı... Ama olmuş... Kimi Cumhuriyeti ve laikliği korumak refleksiyle kalkışıyor, kimi verili kutsal amaçları hayata geçirmek uğruna “bu zorlu mesleğe katlandığını” ileri sürüyor, kimi de küpünü doldurma telaşında ama açığa çıkmamak için bir “ilke”den baktığına inandırmaya çalışıyor.

Kutsallık diye bir şey yok oysa...

Mesleklerini ve meslektaşlarını savunanlar, bir ilkeyi değil, bir “alanı” savunmuş oluyorlar.

Bu da dokunulamaz, söz söylenemez, üzerinde yorum yapılamaz bir alan değil.

Başbakan, bu alana dokunmayı seviyor. Bütün eski Başbakanlar gibi...

Dokunduğu an, cevabını alıyor.

Dokunandan ve kendisini cevap vermek zorunda hissedenden yana tavır alacak değilim.

Meslek hayatım boyunca temellük ettiğim ilke şu oldu:

İster siyasetçi olsun, ister bürokrat, isterse kendi alanını tahkim etmiş sivil vatandaş... Varlığını ve iktidarını bir güce, bir kurumsallığa dayandırıyorsa, “tahammül” olmayı da öğrenmelidir...

Bu durum, söz söyleme mevkiinde bulunan gazeteciler ve kanaat önderleri için de geçerlidir.

Kamuoyu önüne çıkıyorsanız, eleştirilmeye, tahkir edilmeye, hatta yaralanmaya peşinen razı olmalısınız.

Fakat eleştirilerde “insaf sınırları” zorlanmamalı, “bel altına” inilmemeli, konuyla alakası bulunmayan kişi ve “durumlar” polemiğe malzeme yapılmamalı... Asgari bir ahlak gözetilmeli.

Hasbelkader kamuoyu önünde söz söyleyen bir gazeteci olarak, saldırılara ve açık “yaralama girişimlerine” karşı, hiçbir kurumun, hiçbir iktidar odağının, hiçbir “erk”in arkalamasına ihtiyaç duymadım.

İcaplarına kalemimle baktım...

Müstekreh sınırlarını zorlayanları da, tarihe ve vicdanlara havale ettim.

Bu cümleden olarak, yargı erkini “caydırıcı bir mekanizma” olarak devreye sokan siyasetçileri ve meslektaşları hep eleştirdim.

Hatta ayıpladım...

Doğu Perinçek ve Mehmet Yakup Yılmaz ayıpladığım isimler arasındadır... Bana göre, hiçbir değer skalasında yerleri yoktur. İster etek giysinler, ister en kaliteli içkileri tüketsinler, isterse ağızlarıyla kuş tutsunlar... Ne yaparlarsa yapsınlar... Asla bende saygı uyandıramazlar.

Başbakan’ın “satılmış kalemler” ifadesine gelince...

Dediğim gibi, “alan savunusunu” kutsallaştıran arkadaşlar, her zaman olduğu gibi güruh halinde yüklenecekler; “halkın haber alma hakkı”, “basın özgürlüğü”, “editoryal bağımsızlık” gibi birtakım kalabalık lafların eşliğinde...

Bunu da üstelik, halkın haber alma hakkına hiç saygı göstermemiş, mütemadiyen “halktan haber kaçırmış adamlar” yapacak.

Tamam, yüklenin de...

Siz “basın özgürlüğü” çerçevesinde ağzınıza her geleni söyleyebiliyorsunuz...

Başbakan’a ömür biçebiliyorsunuz...

En terbiyesiz, en ahlaksız, en insanlık dışı manşetleri atabiliyorsunuz...

Hırsınızı alamayıp “çapsız”, “sefil”, “zavallı”, “utanmaz” diye saydırabiliyorsunuz...

Özgürlüğünüz hiç de kısıtlanmıyor. Hatta, bunları diyebilme özgürlüğünü biraz da “sefil” dediğiniz adama borçlusunuz.

Müsaade edin, birileri de sizin için “satılmış” desin...

Bu kadarcığını bari söyleyebilsin.