Biz kendimize bakalım

Irak’tan sonra Suriye’nin de bölünme sürecine girmesi, Kürtlerin Suriye’de de ayrılıkçı ve irredentist maceralara yelken açmaları Türkiye’yi korkuttu, hatta panikletti. Saklamaya gerek yok, Türkiye komşularındaki bölünme süreçlerinin kendisinde de tekrarlanmasından endişeleniyor. Bu korku Esad’ın düşüşü yaklaştıkça iyiden iyiye artıyor.

Bir önceki yazımı “Suriye’de işler tamamlanır tamamlanmaz sırada İran var” cümlesiyle bitirmiştim. Bazı okurlarım ise sırada İran’ın değil, Türkiye’nin bulunduğu uyarısında bulunmuşlar. Hayır, sırada Türkiye yok. Türkiye başından beri hedefteydi. Hatta Irak Savaşı’ndan çok daha önce potaya girmişti. Ancak birilerinin sizi hedefe koyması sizi bölmede başarılı olacakları anlamına gelmiyor.

Türkiye bugüne kadar bölünmemişse bunu başkalarının insafına değil, kendi bünyesinin kuvvetli olmasına borçludur. Eğer Türkiye de Suriye ve Irak gibi diktatörlükle idare ediliyor olmuş olsaydı ve halkına her türlü zulmü yapıyor olsaydı çoktan bölünmüş bir ülke olurdu. Nitekim bugün yaşadığımız sorunların pek çoğu yönetim tarzında Esad veya Saddam’a yaklaşılan dönemlerin mirasıdır.

Kısacası Türkiye korkularıyla değil, hedefleriyle ve gücüyle orantılı bir şekilde politika üretmelidir. Gücünün ve bölünmemesinin ise başkalarından çok kendi performansına bağlı olduğunu bilmelidir. Bu bağlamda gücün 3 temel unsuru bulunmaktadır: 1) Güçlü bir kimlik, 2) Demokrasi, 3) Bilgi-akıl merkezli hareket.

***

Güçlü bir kimlik illa tek bir ırka veya etnisiteye dayanarak olmaz. Osmanlı, Sovyetler Birliği, İsviçre ve ABD bunun tipik örnekleridir. Dolayısıyla Türkiye üzerinde bulunduğu çok renkli Anadolu topraklarında kimliğini güçlendirmek için ortak ırk, din ve dil dışında ortak hedefler ve çıkarlar geliştirmek zorundadır.

Aynı şekilde demokrasi de çağımızda bir ülkeyi güçlü kılan önemli bir etken haline gelmiştir. Dikkat ederseniz hem güçlü hem de demokrasi dışında kalmış ülke sayısı bir elin parmaklarını geçmemektedir. Hatta onlar da istikrarlarını bozmadan nasıl demokrasiye geçerizin telaşı içerisindedirler. Dolayısıyla Türkiye güçlü olacaksa şu anki siyasi standartlarının bir hayli üzerine çıkmak zorundadır.

Son olarak bilgi ve akıl merkezli hareket bir ülkeye ihtiyacı olan teknolojiyi, ekonomiyi ve yönetim kalitesini getirir. Bu ise ancak iyi eğitim ve iyi bilim ile mümkündür. Başka bir deyişle ülke olarak bilgiye daha çok hürmet etmemiz gerekiyor. Çünkü bilgiye hükmeden dünyaya hükmeder, dünyanın efendisi olur.

***

Üç kriter açısından baktığımızda her birinde alacağımız ciddi bir yol olduğunu görürüz. Eğer Türkiye ülkeyi oluşturan tüm dini, etnik ve diğer unsurlar arasında ortak kimliği güçlendirebilir, bunların ortak çıkar alanlarını genişletebilir ise; demokrasisini birinci lige taşıyıp ifade özgürlüğünü teminat altına alabilir ise ve son olarak tüm bunları güçlü bir ekonomi, uyumlu bir siyaset ve gelişen bir milli teknoloji ile takviye edebilirse Suriye’de veya Irak’ta olanlardan korkmaya gerek kalmaz. Hatta böyle bir Türkiye onları dahi içine alarak etrafını ıslah edebilir. Tüm bu saydıklarımızda sınıfta kalacak bir Türkiye’nin ise bölünmek veya iflas etmek için Suriye’deki gelişmelere ihtiyacı yoktur.