Bu nasıl bir esarettir?

PKK’da her kafadan bir ses çıkıyor. Duran Kalkan kanadı, Zana’nın çıkışını mahkum edecek şekilde savaş çığlıkları atarken, Murat Karayılan barışçıl çözüm geliştirilmesine karşı olmadıklarını söylüyor. Aslında ikisinin ana fikri de ‘kimse umutlu olmasın’ anlamına geliyor, ama birisi tehditler savuruyor ve ‘daha çok terör’ diyor, diğeri çözüm çabalarına karşı değilmiş gibi bir görüntü vermeye çalışıyor.

Doğrusu Kalkan’ın ortaya koyduğu söylem hem Öcalan’ı bitiriyor, hem BDP’yi anlamsızlaştırıyor, hem de Karayılan’ı boşa düşürüyor. Ama kimse de çıkıp en ufak bir eleştiri getiremiyor, adeta üç maymunu oynuyor.

Kalkan, ‘tek yol silah ve başkaldırı’ derken BDP’nin siyasi varlığını ve demokratik yöntemi anlamsızlaştırıyor. BDP çıkıp da ‘sen ne saçmalıyorsun, benim alanımı yok ediyorsun’ diyemiyor...

Karayılan Silvan saldırısının yerel unsurların münferit ve kontrol dışı bir eylemi olduğunu söylerken, Kalkan 2 yıllık stratejinin parçası, bilinçli ve planlı eylem olduğunu haykırıyor, Karayılan sadece yutkunuyor.

Kalkan, “AK Parti’yi devirmek için silahlı mücadele yaptıklarını ve aktif mücadele konumunda olduklarını” söylüyor, BDP çıkıp da ‘siyasi partilerle mücadele bizim işimizdir’ diyemiyor.

Oslo sürecini havaya uçuran eylemi de, askeri çözüm safsatasını da, siyasi diyaloglara yönelik aşağılamayı da kimse çıkıp açıktan eleştiremiyor... Herkesin gücü, Zana gibi tek başına bir kadına yetiyor. Silahlı mücadelenin yedeğinde kalarak siyaset yapmaya alışan BDP, demokratik siyaseti yok sayan çıkışlara karşı ilkesel bir duruş sergileyemiyor.

PKK yandaşı basın ise bu durumu taktiksel kullanıma dönüştürme gayretine giriyor, Kalkan’ın meydan okumaları karşısında hükümetin yaklaşımını değiştireceği yanılgısına düşüyor. ‘Öcalan’sız savaş olur, barış olmaz’ propagandasıyla İmralı’nın devreye sokulmasına yönelik baskı oluşturulmak isteniyor. Oysa kamuoyunun zeka düzeyiyle dalga geçen yandaş kalemler, ‘Öcalan’ın devrede olduğu bir süreçte, PKK’nın sabotaj eylemleri yapmasını’ gözden kaçırmaya çalışıyor. Sivil çözümün aktörü olarak gösterilen Öcalan’ın terörü koz ve dayatma aracı olarak nasıl devrede tuttuğunu, Kandil’deki bazı kanatların ise tamamen farklı bir yöntemi nasıl dayattıklarını anlamak ve izah etmek istemiyorlar.

Kalkan, Bayık ve Fehman Hüseyin gibi terörü kutsayan isimlerin yaydıkları korku örgüt etrafında konuşlanan tüm aktörleri esaret altına alıyor. Kimse de çıkıp bu gözü dönmüşlüğe ses çıkaramıyor.

Böyle bir korku ortamında Zana’nın cesurca “Bu gençlerin ölmesini artık hiçbir vicdan kabul edemez. PKK da ona göre bu süreci yeniden değerlendirsin” diyebilmesi çok anlamlıdır. Zana’nın Başbakan Erdoğan’ın sorunu çözebileceğine dair ümidi, aslında demokratik siyasete yönelik bir güveni yansıtmaktadır. BDP’den beklenen iktidara veya şahıslara değil demokratik siyasete güven çağrısı yapabilmesidir.

Kürt meselesinin çözümünün böyle eli kanlı canilerin hezeyanlarına kurban edilmesi söz konusu olamaz. Marksist, din karşıtı, kafatasçı ve ölümden beslenen bu anlayış artık ciddi şekilde sorgulanmalıdır.

Bediüzzaman Hazretleri 17 Mart 1920’de Sebilürreşad Dergisi’nde yayınlanan ‘Kürtler ve İslamiyet’ başlıklı makalesinde şunları söylüyor: “İslam, uhuvvet-i İslamiyeye (İslam kardeşliğine) münafi (karşı) olan kavmiyet davasını men eder. .. Kürtlerin asl ve nesebleri ne olursa olsun, İslam’dan iftiraka (ayrılığa) vicdan-ı millileri asla müsaid değildir...İslamiyet, herhangi bir ırkın diğer bir unsur-u İslam aleyhine olarak menfi surette intibah (uyanış) hasıl etmesini kabul edemez.Binaenaleyh, Kürdleri Müslümanlıktan ayırmak isteyenler, esasat-ı İslamiyeye muhalif hareket ediyorlar. Hakiki Kürdler, kimseye kendilerine vekil-i müdafi olarak kabul etmiyorlar. Onların vekili ve Kürdlük namına söz söyleyecek ancak Meclis-i Mebusan-ı Osmaniye’deki mebuslar olabilir”. Said Nursi, bu sözlerinde hem ırkçılığın hem din karşıtlığının Kürtlere uygun olmadığını söylüyor, ‘temsil’ iddiasının sadece seçilmiş kişilerde olabileceğini vurguluyor.

Irkçı ve ateist bir anlayışın Kürtleri temsil iddiasına soyunmasına ve terörü bir yöntem olarak dayatarak sivil çözüm süreçlerini sabote etmesine sessiz kalınmamalıdır.