Çamlıca’da camiye karşı çıkan laikçiler radikallere sığındı

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Çamlıca’ya, İstanbul’un tarihsel ve modern yüzünü yansıtacak simgesel değeri yüksek bir cami yapmayı planladığını açıklaması, özellikle bazı laikçileri fena halde telaşlandırdı.

Hayatları boyunca camiyle, ezanla yolları belki de hiç kesişmemiş bazı laikçi kalemler bugünlerde radikalleri keşfettiler ve çok mutlular. Öyle ki, radikal İslamcılara has bir üslupla, Kabe örneğine sığınarak Çamlıca’ya cami yapılmasına karşı çıkmalarının tamamen İslami bir hassasiyetten kaynaklandığını yutturmaya çalışıyorlar.

Esas fikrinizi, bazı İslami argümanlara yaslanarak gizlemenize hiç gerek yok. Camiye karşı çıkmak için, yazılarınızı “helal-haram” kavramlarıyla ve Kabe örneği ile süsleseniz de biz sizin, “ben cami istemiyorum” demek istediğinizi zaten anlıyoruz.

Boşuna kendinizi yormayın. Öyle, İslam’daki “mütevazilik” kavramını kullanarak biraz radikallik, biraz da “estetik” üzerinden duygusallık üretmeye de kalkmayın. Biz sizin, Cumhuriyet döneminde her köşeye oturtulan Nazi mimarisine yönelik eleştirilerden nasıl bir “rejim sorunu” icat ettiğinizi çok iyi biliyoruz.

Uzağa gitmeye gerek yok, bugün Çamlıca’ya cami yapılmasına karşı çıkanlar, daha dün Taksim’deki, hiçbir estetik anlam ifade etmeyen Atatürk Kültür Merkezi’nin yerine modern bir kültür merkezi kurulmasına adeta ölümüne karşı çıkmışlardı.

Laikçi kesimlerin, cami fikrine karşı olmaları son derece anlaşılır bir durum. Çünkü onlar, esas itibariyle “İstanbul kimliği”nin cami ile bütünleşmesine itiraz ediyorlar.

Dine mesafeli duranların, Çamlıca’ya cami fikrine ne tür saiklerle itiraz ettiklerini anlıyoruz da, bazı muhafazakarların laikçi koroya katılmalarını anlamakta güçlük çekiyoruz.

Çamlıca’ya cami yapmak “meydan okuma”ymış... Nasıl yani... Süleymaniye Camii’ni, Fatih Camii’ni, Yavuz Selim

Camii’ni, Sultanahmet ve Ayasofya Camii’ni İstanbul’un hakim tepelerine inşa eden Osmanlı bir meydan okuma anlayışı içinde miydi?

Hiç sanmıyorum. İstanbul’u fethedenler, şehrin kimliğini, en tepelere diktikleri cami ve minarelerle nakşederek İslam medeniyetinin mührünü vurmak istemişlerdi.

“Tepelerde cami olur mu, kim gidecek o camiye, bu bir ihtiyaç mı” şeklinde tezahür eden itirazların çok da masumane olduğu kanaatinde değilim doğrusu.

Çünkü bu itirazlar, çok iyi bildiğimiz bir kimlik tartışmasına işaret ediyor. Yani, bu toprakların, İslam kimliği ile anılması bazılarının ateşini yükseltiyor.

Çamlıca’ya cami fikrine belki de en sert eleştiriyi radikal kesimler yapıyor. Onları ‘70 yıllardan tanıyoruz. Başından beri, Osmanlı’yı görkemli camiler, medeniyet şaheseri binalar yapmakla ve İslam’ın özünden sapmakla eleştirdiler.

Çoğu zaman da, İslam’ın ilk yıllarına referansta bulunarak, Osmanlı’da kemale eren medeniyet yaklaşımını sapkınlık olarak gördüler.

Bu radikal anlayışa göre, “dev camiler sanki bir gösteri alanı”dır. Selatin camilerine ihtiyaç yoktur. Daha doğrusu, bir medeniyet yaklaşımıyla yeni ve estetik camiler yapmak, simgesel değeri yüksek yapılar inşa etmek bir sapkınlık göstergesidir. Tam bir kabile devleti mantığı yani...

Evet, Çamlıca’ya cami yapılmalıdır. Ama, bu cami İstanbul’un tarihi ve kültürel dokusuyla uyumlu, modern ve estetik bir idrakin ürünü olmalıdır.

Ben inanıyorum ki, Başbakan Tayyip Erdoğan uluslararası bir proje yarışması dahil olmak üzere, her türlü çabayı seferber ederek, yüzyıllar sonra bile İstanbul’un ufkunu süsleyecek muhteşem bir camiyi millete armağan edecektir.