Çamlıca’ya cami, Meclis’e cemevi

Çamlıca’ya cami bahsi etrafında yapılan tartışmalar gündemdeki pek çok sıcak konuya kıyasla bile, öyle yüksek hararet üretiyor ki, şu sıcak Temmuz gününde bile bigane kalmak imkansız.

‘Sivrisinek ısırığı’ gibi tıpkı. Tatlı tatlı kaşınıyor ama bir noktadan sonra kendinizi gerçekten dişlerinizi sıkmış halde, ‘pre-cinnet’ aşamasında yakalıyorsunuz. Ayriyeten bünye, her ne kadar ‘Taksim’e cami’, ‘Kadıköy’e cami’ tartışmalarıyla bağışıklık kazanmış ise de ‘Çamlıca’ya cami’ medya savaşına yine amatör bir ruhla kafa tutuyor.

Muhtemelen, Taksim’de ve Kadıköy’de cami sayısı az ve birbirine uzak olduğu halde, ve yaklaşık yirmi yıldır süren tartışmalara rağmen buralara bir mescit bile açılamazken, Çamlıca gibi insanların bir nefes çam esintili Boğaz havası almak, İstanbul’un seyrine dalmak, eş-dostla iki bardak çay içip iki çift lafın belini kırmak gibi geçici amaçlarla bir süre bulunduğu, ikamet etmediği bir tepeye bir büyük cami yapılacağını, ‘cemaatinin de teleferikle taşınacağını’ işittiği içindir.

Ama tartışmaları bu noktaya taşıyan ‘ilk ısırık’ Çamlıca’ya cami yapılacak olması değil. Kendisine uzatılan ilk mikrofona ‘caminin mimarı’ olduğunu, ‘caminin baş mimarı’, ‘bakanlık müşaviri’ olduğunu, ‘caminin müellif mimarı’, ‘ekip başı’ olduğunu peş peşe bildiren, yani kim olduğunu bize iyice belleten Mimar Hacı Mehmet Güner’in sözleriydi.

Mimar Güner, yapacağı devasa caminin İslam mimarisinin en güzel örneklerine ‘beş basacağı’nı da duyuruyor, belli ki bundan coşkulanmamızı belki de tezahürata başlamamızı umuyordu.  

 

Ama öyle olmadı. Mimar, her kesimden yoğun bir eleştiri bombardımanına tutuldu. -Umulur ki aldığı eleştirilerden değil ettiği sözlerin hadsizliğinden de muzdarip olsun.

Konuya ‘kafadan’ karşı olanlar da koroya sızdı elbette. Ki ayırt edici özellikleri ‘bakın şeriat geliyor’ hamaseti ellerinde patlamasına rağmen dinin herhangi bir görünümüne duydukları ‘rijit tepkiselliğin’ çürümekte olduğunu fark etmemeleridir. Bir kez daha ‘istemezük’ dediler.  

 

Halbuki insanların Kadıköy ve Taksim’de namaz vakti gidecek cami bulamadığı gibi Çamlıca’da da ‘avuç içi kadar’ mescitlerde sıkıntı yaşadığı biliniyor. Çamlıca’da camiye ihtiyaç olduğu aşikar. Lakin o camiinin ‘ekip başı’nın ifade ettiği gibi ‘çok büyük’, ‘daha da büyük’ olmasına benim de itirazlarım var.

Zaten şehrin en yüksek tepesinin zirve noktasına kondurulacak minimal ölçülerdeki vakur bir caminin bile muhteşem olacağına, herkese seyir lezzeti vereceğine inanıyorum. Hem vasatı emreden bir dinin, vakarı tavsiye eden bir geleneğin müntesibi olduğunu iddia edip hem aykırı davranmak ancak ‘kolektif şizofreni’ye delalet eder. Ki sırf cami tartışmaları bile -şükür ki- öyle olmadığımızı ortaya koydu.

Yapılacak olan ‘eziklerin psikolojisi’ne teslim olmayıp Çamlıca’ya o ölçülerde ‘görgüsüz’ bir camii yapmamak ve canım İstanbul’un silüetini bozan ne kadar çirkin, lüzumsuz ve tehditkar gökdelen varsa hepsini tez vakitte tıraşlamak ya da yıkmaktır.

Kaldı ki mimarın ‘Cami İstanbul’un her tarafından görülecek’ diyen Başbakan’ın sözlerini de yanlış anladığını çünkü Başbakan’ın, açı elverdiği ölçüde Çamlıca tepesinin Boğaz boyunca görülüyor olmasını kast ettiğini sanıyorum. Zaten İstanbul’u dillere destan bir aşkla seven Başbakan’ın, aşık olduğu ve onca emek verdiği şehrin silüetine o devasa ölçüler marifetiyle ‘zarar’ verdireceğine ihtimal dahi vermiyorum.

Söylemezsem çatlarım

Mecliste cemevi talep eden CHP Tunceli milletvekiliHüseyin Aygün’e Diyanet’in tutumu paralelince ‘İslam dininde ibadet yeri camidir, Alevilik de İslam içidir, ibadet etmek istiyorsanız buyurun camiye’ mealinde cevaplar verildi. Halbuki devlete düşen, vatandaşının inancını tasnif etmek değil her meşru talebini tartışmadan karşılamak değil midir?