Cemaat ve şeffaflık

Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı geçen hafta kendilerine yönelik spekülasyonlar üzerine yazılı bir açıklama yaptı.

Onursal Başkanlığı’nı Fethullah Gülen’in yaptığı hizmet hareketi açısından bu bir ilk.

Gülen Hareketi, açıklamada siyasete, hukuka, insan haklarına bakış açısını ve kurumlarla ilişkisi noktalarına açıklık getirmeye çalıştı.

Bir gazeteci arkadaşımın dediği gibi, mesela kadın-erkek ilişkilerine bakışın bu açıklamada yer almaması bir eksiklikti.

Daha dikkatli okuma sonucu başka eksiklikler, yetersizlikler bulan da çıkabilir elbette.

Kendini ilk kez kurumsal olarak ortaya koyan hareketin, açıklama ve duruşuna yönelik tartışma ve eleştirileri de olgunlukla karşılaması gerekir ve elbette karşılayacaktır da.

Hizmet adına yapılan açıklamada, ‘’Demokratikleşme, dini özgürlükleri sağlamak, Avrupa Birliği başta olmak üzere muteber uluslararası standartlara ulaşmak, hukukun üstünlüğü ve insan hakları’’na atıf yapılmış olmasının bu eleştiriyi ortadan kaldırdığı söylenebilir ama bu konudaki tavrın daha net olması gerekir.

Dediğim gibi, metin üzerinde söylenecek şey çok olabilir ama daha önemlisi, Hizmet’in uzun yıllardır eleştiri konusu olan ‘’şeffaflık’’ yolunda ilk adımı atmasıdır.

Türkiye’de her ekonomik sınıf ve il düzeyinde örgütlenmiş bulunan, dünyanın dört bir köşesinde faaliyette bulunan bir yapının, siyasi partilerle ilişkiler, yürümekte olan davalar, Avrupa Birliği’ne üyelik, İsrail’le yaşanan kriz gibi konularda nerede durduğunun bilinmesi önemlidir.

Bu kadar etkin ve yaygın bir örgütlenmenin toplumun geniş kesimlerini düzenli aralıklarla bilgilendirmesi, örgütlenme modelinden amaçlarına kadar geniş bir yelpazede kendisinden olmayan kesimlere fikir vermesi, Hizmet’in hedef olarak ilan ettiği Avrupa Birliği standardındaki demokrasiler açısından bir zorunluluktur.

Şeffaflık hem bilgilenmeyi, hem de yalan yanlış pompalanan korkuları ortadan kaldıracaktır.

Yapılan açıklama bu açıdan önemli bir adımdır.

Mollaların göremediği

Bölgenin Suriye’den de önemli sorunu İran’dır. Çünkü İran Irak’tan Suriye’ye, Lübnan’dan İsrail’e, Bahreyn’den Suudi Arabistan’a uzanan bir bölgede dengeleri etkileyecek güce sahiptir.

Başbakan Erdoğan’ın bu ülkeye yaptığı ziyaret ve sonrasında yaşanan gelişmeler, İran’ın gerçekten ne denli sıkıntılı bir ülke olduğunu bir kez daha ortaya koydu.

İran’ın temel sorunu, dış politikasını tamamiyle mezhep esasına oturtması ve bu uğurda bir nevi Cihad ilan etmiş bulunması.

İran bugüne kadar İslam coğrafyasındaki gücünü İsrail karşıtlığından alıyordu. Türkiye’nin Filistin davasındaki duruşu bölgede dengeleri değiştirdi.

İran bugüne kadar kendi tekelinde tuttuğu bir konudaki yerini Türkiye ile paylaşmak zorunda kaldı. Türkiye’nin bölge halkları üzerindeki etkisi aslında İran’ı bile geride bıraktı.

Çünkü Türkiye, İran’ın aksine Avrupa Birliği’ne tam üyelik süreci içinde olan ve hızla büyüyen demokrasi.

İnançlara olduğu kadar farklı yaşam biçimlerine de saygı esasına dayanan demokratik anlayışı her gün güçleniyor.

Eğitimden sağlığa, ulaşımdan turizme kadar yaptığı yatırımlar halkının yaşam kalitesine yükseltme hedefi güdüyor ve insanlar gelişimden payını alıyor.

Türkiye kendi güç ve zenginliğini komşularıyla paylaşmayı hedef alan, bölgenin bir barış ve refah adası olmasını amaçlayan politikalar takip etmeye çalışıyor.

Bu özellikler kaçınılmaz biçimde Türkiye’yi müslüman coğrafyanın yıldızı haline getiriyor.

İnsanların yaşam standardını yükseltmek bir yana her geçen gün gerileten bir İran, soft power açısından güç kaybediyor.

Türkiye uzun zaman Beşar Esad’ı ikna ederek daha demokratik bir düzen ve serbest piyasa ekonomisine geçişi sağlayabileceğine inandı.

Arap Baharı patlamasaydı, bunu başarabilirdi de belki.

Bugün itibariyle gelinen nokta, Suriye’de barışın imkansız olduğu yolunda. Ayrıca bu kriz Irak’ta olduğu gibi Türkiye’yi giderek zorluyor.

İran ise Esad’ın kendi halkına uyguladığı politikaları gözardı ediyor çünkü Şii dayanışması ona demokrasi ve insan haklarından daha önemli geliyor.

Türkiye, bölgedeki sorunların şiddet yoluyla çözümü konusunda ağır bedeller ödemiş bir ülke. İran’a yönelik bir saldırının bölgede yol açacağı yıkımın farkında.

Evet, Türkiye’nin bu işte bir çıkarı var: İran ile İsrail arasındaki gerilimin savaşa dönmemesinin sağlayacağı çıkar.

Bu olmazsa, Türkiye bir bedel öder ama daha ağır bedeli İran ve halkı öder.