Daha kötüsüne hazırlıklı olalım

Önce uçak düşürüldü, derken sınır kapılarında TIR’lar yakıldı ve yağmalandı. Şimdi de Kilis ve İslahiye’deki mülteci kamplarında kalanlar yaşam koşullarına itiraz edip küçük çaplı birer ayaklanma çıkarttı.

Tabii ki tüm bunlar Türkiye’de hayal kırıklığının doğmasına yol açtı. Kucak açtığımız insanların buzdolapları yetersiz diye cam-çerçeve indirmesini anlayabilirdik, ama bayrak indirmesini anlamakta zorlandık.

TIR’ların yağmalanma görüntülerinin de hiç hoş karşılanmadığına emin olabilirsiniz. Düşünsenize yardım ettiğiniz, uğruna savaşı göze aldığınız insanlar sizin malınıza-mülkünüze saldırıyor. Kamyonlarınızı yakıyor.

***

Ama bizim aslında bundan çok daha fazlasına hazırlıklı olmamız gerekiyor. Otoritenin yıkıldığı dönemlerde böyle şeyler olur. İnsanlar dükkanları da, TIR’ları da, evleri de yağmalar.

Yağmalarlarken önlerine çıkan engelleri aşmaktan, başkalarını öldürmekten de çekinmezler. Yağmaladıkları yerin milliyetine ya da niteliğine bakmazlar. Üstelik bu durum evrenseldir de. Yakın zamanda İngiltere’de de, Amerika’da da görülmüştür.

Ayrıca, ne yağmalama olayları, ne de mülteci kamplarında yaşananlar ve yaşanacaklar Türkiye’nin Suriye politikasının yanlış olduğu anlamına gelir. Suriye politikasının eleştirilecek pek çok yönü bulunabilir ama kamp, sınır kapısı bunlardan biri değildir.

TIR’ların yağmalanmaması için bu ülkeyle ticaret yapılmaması, mültecilerin gelmemesi içinse taraf olduğunuz uluslararası antlaşmaların ihlal edilmesi gerekir. 50 bine yakın insanı dar bir alanda misafir etmek, onların taleplerini karşılamak her zaman ve her yerde zordur.

Yapılması gereken uygulanan Suriye siyasetini eleştirmekten ziyade, kamplardaki düzenin nasıl sağlanacağını, misafir ettiğiniz insanların makul taleplerinin nasıl karşılanacağını tartışmaktır.

İslâhiye’de ve Kilis’te Suriyelilerin şiddete yönelmesi kendi başına bir sorundur. Bu sorunun soyutlanarak daha üst düzeye taşınması çözümüne yardımcı olmaz. Oradaki taleplerin dinlenmesini, bu taleplere uygun çözümler üretilmesini zorlaştırır.

Kaldı ki oradaki insanlar bize neden kucak açtınız diye gösteri yapmamakta, somut taleplerle ortaya çıkmaktadır. Kavgaların nedeni de nihayetinde kaynak paylaşımına dayanmaktadır. Resmi ve sivil Türkiye bu taleplerden en azından bazılarını karşılayabilir. Zaten bu talepler de haklı talepler olabilir.

TIR’ların yağmalanması ve yakılması Türkiye’de örgütlü direniş hareketinin marifetiymiş gibi gösterilmek istense de, 100’ün üstünde grubun silahlı direnişte bulunduğu Suriye’de düzenin, kontrolün ve otoritenin anında sağlanmasını beklemek gerçekçi değildir.

Mülteci kamplarında bundan sonra da kavgalar çıkacak, hatta belki insanlar ölecektir. Nasıl ki Türkiye’nin kasabalarında, köylerinde her gün yeni bir asayiş sorunu çıkmaktaysa, kamplarında da çıkacaktır. Önemli olan bu sorunları yönetmek, kamp hayatının doğurduğu psikolojik baskıyı hafifletecek tedbirleri mümkün olduğunca önceden almaktır.

***

Suriye’deki bazı yerleşim merkezlerinin PKK’ya yakın gruplar tarafından ele geçirilmiş olması da Türkiye’nin Suriye siyasetinin hatalı olduğu anlamına gelmez. Ankara olan bitene kayıtsız kalmış olsaydı da aynı şeyler yaşanacaktı.

Çünkü siyaset boşluk kaldırmaz. Özellikle otorite boşluğu mutlaka birileri tarafından doldurulur. Doldurulmadığı anda kaos ortaya çıkar, malı ve canı korumak zorlaşır. Ama unutmayalım ki Suriye’de Baas iktidarının sona ermesi her şeyin bitmesi anlamına gelmeyecektir.

Geleceğin Suriye’si oldu-bittilerle değil masa başındaki müzakerelerle, anayasa yazım süreçleriyle, bölgesel dengelerle şekillenecektir. Ancak komşusunun geleceği üstünde söz sahibi olacak Türkiye’nin Kürt sorununu çözmüş olması ve İsrail ile olan ilişkilerini normalleştirmesi doğal olarak elini güçlendirecek, etkisini arttıracaktır.