Darbelerde Amerikan parmağı mı? Hadi canım siz de...

Bazen ne yapacağımı bilemez duruma düşerim; şimdi öyleyim... “28 Şubat askeri müdahalesinin arkasında ABD vardı” tezi yeni katkılarla desteklendi diye sevinmeli miyim, yoksa destek çıkanlara bakıp ‘bu işin içinde başka bir iş var’ diye kukumav kuşku gibi düşünmeli miyim?

 

Şaşkınlığımı mazur görün lütfen...

 

Her şey bir dostum yüzünden... Yeni bilgiler ortalığa dökülünce sevinmeye başlamışken, hin mi hin dostum, “Bu konuyu gündeme taşıyanlar yıllar ve yıllar boyu ABD’ye en küçük bir nakise kondurmayan, konduranlarla savaşan kişiler değil mi?” diye soruverdi.

 

O gün bu gündür ikircikler içindeyim...

 

Askeri müdahalelerde ABD’nin bir biçimde dahli olduğunu darbe geleneğine sahip ülkelerde sokaktaki çocuklar bile biliyor. 1948 yılında, henüz NATO’ya üye olmamışken, 16 kişiden oluşan bir grup subayımızı ABD’nin Georgia eyaletindeki Silâhlı Kuvvetler Akademisi’nde ‘kontr-gerilla’ eğitimine tâbi tutan ABD’ydi. Bizim subaylar orada Bolivya (1964), Şili (1970), Guatemala (1954), Brezilya (1964) ve Arjantin (1950) gibi ülkelerden gelen başka subaylarla eğitim gördü.

 

İsimlerini verdiğim ülkelerin yanlarındaki parantezde gördüğünüz o ülkedeki ilk darbe girişiminin tarihidir; başarılı olana kadar sürdü girişimler ve o ülkeler uzun süre askeri yönetim altında kaldı. Bizde 27 Mayıs 1960’da gerçekleşen darbenin kadrosunda en göze çarpanlar 1948’de Georgia’da eğitim almış olan subaylardı.

 

İhtilâlcilerden Sami Küçük anılarında, Sovyetler Birliği’nin büyükelçilik davetlerine, ‘MİT fotoğrafımızı çeker, başımız ağrır’ uyarısıyla gidemediklerinden yakınır...

 

Yıllar sonra gerçekleşen 12 Eylül (1980) darbesi, ABD Başkanı Jimmy Carter’a neden “Bizim çocuklar o işi becerdi” biçiminde haber verildi sanıyorsunuz? Dün, Cumhuriyet, ABD Ankara Büyükelçiliği’nin 12 Eylül’ü iki gün öncesinden bildiğine dair bir MİT belgesi yayımladı.

 

12 Mart (1971) darbesi için, dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil, o sıralar gazetecilik yapan İsmail Cem’e, “CIA altımızı oydu” demişti (İsmail Cem, ‘Tarih Açısından 12 Mart’).

 

Geriye hangisi kaldı? 28 Şubat mı? Zaten beni iki arada bir derede bırakan da “28 Şubat’ta ABD’nin etkisi var” tezi üzerine şu yakınlarda kopan fırtına...

 

Daha önce yazdığım için kısa özet vereceğim: Dönemin bakanlarından Abdullah Gül’e ulaştırılan, Başbakan Necmettin Erbakan’ın da haberdar olduğu Ekim 1996 tarihli bir Amerikan belgesinden hükümetin ipinin Washinton’da çekildiği, ancak müdahalenin askerin geri planda kalacağı biçimde yapılmasının arzulandığı anlaşılıyordu.

 

‘Post-modern darbe’ bilindiği halde engellenemedi, sizin anlayacağınız...

 

MGK toplantısından (28 Şubat 1997) sonra hükümeti düşürmek için ‘silâhsız kuvvetleri’ kim harekete geçirdi dersiniz? O dönemde ABD ile Ankara arasında köprü görevi üstlenenler kimlerdi? Darbenin vitrini olan komutanı Washington’da kimlerle görüştürdüler, sonunda kendisine kimlerin şilt vermesini sağladılar?

 

Ak Parti sayesinde servetlerine servet katan bazılarının 2010 yılına kadar “Bu hükümet gitsin” diye çırpınmalarının altında, 28 Şubat’taki katkıları yüzünden hesaba çekilebilecekleri endişesi yatar.

 

Bir ara aynı gazetede yazarken, 11 Eylül (2001) sonrası ABD’nin benimsediği çizgiyi eleştirmem yüzünden beni ‘Üsame bin Laden’ ile mukayese etmekten çekinmemiş, 1 Mart (2003) tezkeresi Meclis’ten geçsin diye olağanüstü çabalar göstermiş biri, Taraf’a verdiği mülâkatta, “28 Şubat ABD ve İsrail’in eseridir” anlamına gelen sözler sarf etti.

‘Post-modern darbe’ tanımı için Bernard Lewis’in “Ben bu deyimi daha önce askerlerden duydum” dediğini de nakletti aynı yazar. ABD dışişleri bakanlığında bir toplantı yapıldığını, oradan “Refahyol gitsin, ama asker gelmesin” kararı çıktığını da söyledi.

 

Dostum, “Böyle biri şimdi neden 28 Şubat’ın ABD’nin eseri olduğunu söyleyip durur?” diye soruyor...

 

Neden acaba?