Faiz aşkı!

Faiz belası dünyanın başına dert.

Çoğu kez ülkelere yönelen finansal saldırıların ana hedefi faiz piyasası oluyor. Tabii ki faiz piyasaları da tek bir cepheden saldırıya uğramıyor. Bazı ülkelerde ilk hareket bankacılık sektörü üzerinden geliyor ve sistem çökertiliyor. Bazı ülkelerde ise ilk saldırı reyting şirketleri aracılığı ile gerçekleşiyor.

Her nasıl olursa olsun nihai durumda ülkeler faiz piyasası üzerinden sömürülüyor. Yer altı ve yerüstü kaynakları, milli varlıkları para piyasaları üzerinden faiz aracılığı ile ele geçiriliyor.

Küresel ekonomik sistemin çirkin tabanını 'Ahlaksız ekonomi' başlıklı ilk yazımızda belirtmiştik.

İkinci çarpıcı bozukluk ise geçen hafta kaleme aldığımız 'LİBOR +yolsuzluk' yazısındaki dolandırıcılığın normal kabul edilişiydi.

Bugün Dünya, bazı ekonomik gerçekleri kabul etmek zorunda: Mevcut finansallaşmış ekonomik sistem, usulsüzlük-yolsuzluk-ahlaksızlık üretmeye oldukça yatkındır.

Ve sayısız örnek bulunmaktadır.

Yolsuzluk tabanlı böyle bir sistemde ülke ekonomilerinin malileşerek-finansallaşarak, küreselleşip birbirine bağlanması büyük riskleri de beraberinde getirmektedir.

İngiltere'de oluşan LİBOR piyasasındaki faiz yolsuzluğu bir çok emeklilik fonunun zarara uğramasına yol açabiliyor. Hatta LİBOR yolsuzluğu dünyanın diğer ucunda konut kredisi kullanan sade vatandaşı da etkileyebiliyor.

Sistem her gün daha entegre ve daha karmaşık hal alıyor.

Ve bir o kadar da yozlaşıyor, soygunlaşıyor. 

İyi ama acaba bu karmaşık ve entegre yapının bizim piyasada denilen şekliyle "piyasa yapıcıları" yok mu? Yani küresel faiz ve mali piyasalar kontrolsüz güç mü, yoksa kontrol edilebilir bir yapının parçası mı?

İki kez Portekiz Cumhurbaşkanlığı yapmış olan Mario Soares piyasaların demokrasiyi bile tehdit ettiğini belirtip "piyasalar yolunu kaybetmiş, ben onları canavar olarak sıfatlıyorum. Onlar resmen canavar. Kimse onların nereden ne zaman çıkıp geleceğini ve ne istediklerini bilmiyor. Bildiğimiz tek şey onların para istemesi" demiştir.

Acaba piyasalar sadece para mı isteniyor? Mesela siyasal yapının şekillenmesinde piyasalar ve piyasaların en önemli göstergesi faiz oranları etkisiz midir?

Hiç sanmıyorum.

Oy oranları demokraside bir gösterge ise faiz oranları da siyasetin anlık ekonomi göstergesi olabiliyor. Lakin iş sadece oran üzerinde de bitmiyor. Mesela oynaklık (volatilite) de işin önemli bir parçasıdır.

Hatta Türkiye üzerinden son iki aydır tartıştığımız reyting notlarını da bu açıdan yeniden düşünelim. Önce bir reyting şirketi görünümü negatife alıyor, aradan bir aylık süre geçince bir diğer reyting şirketi not artırıyor.

Düşünün ki yatırım yapılabilir baraj seviyenin altındaki her not değişimi asıl etkiyi finansal piyasalarda gösteriyor, reel sektöre kırıntılar kalıyor. Bu yapıda birbirine tezat not değişimlerinin her ikisinden de kazanmak mümkündür. Ama küçük olmamak, yerel olmamak, küresel sisteme bağlı kalmak şartı ile...

O aileler de bellidir!

***

ORTAK OLMASIN - FAİZ OLSUN

Şimdi sorunun Türkiye ayağına gelelim. 2008-2009 yıllarında krizin ilk adımı yaşanırken ülkemizde bankalar kredi musluklarını ciddi şekilde kısmışlardı. Toplu işçi çıkaran tek sektör de maalesef bankacılık sektörü olarak hafızlarda kaldı.

Bu zor şartlarda sanayiciler, sanayi dernekleri, odaları, yetkilileri bankalara ateş püskürüyordu. "kötü gün geçsin bankalara bile bakmayacağız" diyorlardı.

Ama ekonomi böyle gelişmedi.

2010 ve 2011 yılları bankalara yaşanan aşırı kredi hücumu nedeniyle Hükümet önlem almak zorunda kaldı.

Tekrar 2008-2009 kriz yıllarına dönelim;

Kredi almanın çok zorlaştığı o günlerde 'faiz vereceğinize ortak alın-kârdan pay verin' düşüncesi ile İMKB'de 'Halka Arz Seferberliği"ni başlattık.

Bugün ne duruma geldiğimize İMKB açısından değinmeyeceğim: Sadece halka arz seferberliği çerçevesinde yapılan arzlar ve fiyat hareketlerini gözetmek yetiyor... (anlık veya sürekli gözetim)

Sanırım borsanın durumundan bir memnuniyet var: Ki yıllardır büyüdükçe eriyen, faiz piyasasının en büyük rakibi olan bu ortaklık piyasasının (İMKB'nin) yapısı, iktidar değişimlerinde bile değişmiyor.

FAİZ PİYASASI ÇOK HIZLI

Aşağıda tablo ve grafiğe yakından bakmamız gerekiyor. Özellikle biraz uzun geçmişe giderek ekonomik büyümeye kredi piyasasının katkısını incelemeliyiz.

Uzun yıllar kredi piyasası ile Türkiye ekonomisindeki büyüme arasında bir bağlılık bulunmaktaydı. Ama MÜSİAD'ın  ekonomi raporunda değindiği gibi 2006 sonrası politika değişim ihtiyacının ertelenmesi ve ardından 2009 krizden çıkış stratejisi tüketim odaklı olunca ortaya ilginç bir tablo çıktı.

Türkiye ekonomisinin milli gelire oranı yüzde 10-15 aralığındaki kredi hassasiyeti eşiği aşılmış, artık milli gelirin yarısı seviyelerinde bir kredi büyüklüğü oluşmuştur.

  GSMH Krediler Kredi Oranı
1986 68.663 10.042 14,6%
1987 100.445 13.706 13,6%
1988 173.709 22.769 13,1%
1989 305.579 36.521 12,0%
1990 528.369 65.198 12,3%
1991 847.032 101.452 12,0%
1992 1.469.755 185.418 12,6%
1993 2.664.116 342.182 12,8%
1994 5.200.119 575.106 11,1%
1995 10.434.647 1.342.331 12,9%
1996 19.857.343 3.099.177 15,6%
1997 38.762.506 7.227.616 18,6%
1998 70.203.147 11.111.299 15,8%
1999 104.595.916 16.173.765 15,5%
2000 166.658.021 26.394.201 15,8%
2001 240.224.083 32.581.551 13,6%
2002 350.476.089 32.916.804 9,4%
2003 454.780.659 47.048.088 10,3%
2004 559.033.026 78.194.896 14,0%
2005 648.931.712 121.061.205 18,7%
2006 758.390.785 170.364.496 22,5%
2007 843.178.421 218.245.553 25,9%
2008 950.534.251 268.518.302 28,2%
2009 952.558.579 297.317.285 31,2%
2010 1.103.749.801 429.166.316 38,9%
2011 1.294.892.893 568.714.943 43,9%