Gaalib sayılır bu yolda mağlûb!

Nöbetçi Mâlûmâtfürûş” sıfatıyla ara sıra kendimi tutamayarak, yaygınlaşma istîdâdı gösteren bâzı dil hatâlarını düzeltmek cür’etini gösteriyorum, özür dilerim. Ama özür dilemem “ıslâh-ı nefs” etdiğim anlamına gelmez. Bugün yine yüksek müsaadenize sığınarak iki üç kelimeye dikkatleri çekmek istiyorum:

“ESÂME” diye bir kelime yokdur! Doğrusu “esâmî”dir, yâni isimler. “Esâmîsiokunmak” deyimi, kaale alınmak, adam yerine konulmak mânâlarına gelir.

Belki hatırlarsınız o eski şarkının sözlerini:

“Söylesem bir türlü sussam bir türlü

Hafakanlar boğar bilemem neden

Huzurdan ikmalli sözden özürlü

Esâmînim senin okunurum ben

Ya gülerken ağlamaklı olurum

Ya uzak yıldızlara dokunurum

Hutbelerde nâmım okunmaz ama

Ben senin esâmînim okunurum

Bâzen hasta çocuğunum koynunda

Bâzen dağ başlarında harâmînim

Bir îdam fermânı gibi boynunda

Okunurum ben senin esâmînim”

Şimdi lütfen tutup “Yağmur Ağabey, ben bu şarkının kasetini nerden bulabilirim?” diye beni bunaltmayın!

Ben ne bileyim, Kardeşim!

“KAMELYA” diye bir kelime VARDIR!

Vardır ama “KAMERİYE” anlamına kullanılmaz!

Bunlar farklı şeyler.

“Kamelya” bir çiçekdir! Batı dillerinde de aşağı yukarı aynı imlâyla geçer: “Kamelie,camélia, camellia” gibi...

Dünyâ edebiyâtının en meşhur eserlerinden biri de “Kamelyalı Kadın” (La Dame aux camélias, 1848) adını taşır. Müellifi Alexandre Dumas fils (Aleksandr Duma fis, yâni Oğul Aleksandr Düma,1824-1895) bu karakteri Sevgilisi, daha doğrusu Metresi Marie Duplessis (Mari Düplesis)’den esinlenerek yaratmışdır. “Kamelyalı Kadın” daha sonra Giuseppe Verdi (1813-1901) tarafından “La Traviata” adıyla opera olarak da bestelenmişdir. Oradaki Kamelyalı Kadın’ın adı Violetta Valéry olmuşdur.

“La Traviata”kötü yola sapmış kadın anlamına gelir (Tövbe estağfurullah, adamı mübârek Ramazan günü günâha sokacaklar...Gâvur işte, ne olacak!).

Neyse, biz onlara uymayalım ve işimize bakalım!

“KAMERİYE” ise “çardak” anlamına gelir. Bahçelerde rastlanan küçük ve şirin ahşab mini-köşklere denir. “Kamer” ay mânâsına gelir. Oradan ayı seyretmek için kurulmuş süslü mekânlardır. Tabii aysız gecelerde sevgilinizi oraya götürüp zavallı kızcağızla sevişebilirsiniz de!

Ama ben bilmemiş olayım.

“NAHİF” diye bir kelime de VARDIR!

Ama bunu “NAİF” kelimesiyle karıştırırsanız OLMAZ!

“Nahif” Arabca kökenli ve “zayıf” anlamına gelen bir kelimedir, “nehâfet”den gelir. Zayıflık demek.

“Naif” ise Fransızca (na?f/na?ve) kökenli bir kelimedir ve safderûn, hattâ biraz salakça yerine kullanılır.

Peki, ben bunları düzeltmek ihtiyâcını niçin hissediyorum?

Ukalâlığımdan mı, bakın ben ne kadar bilgiliyim diye övünmek istediğim için mi, neden?

Vallâhi, bir psikanaliste sorsanız muhtemelen bu sebebleri de sayar ve başka bir psikanalist de ona hak verebilir ama, bilincaltım bir yana bırakılırsa, benim derdim Türkçenin böyle göz göre göre her gün biraz daha katledilmesini bir katre olsun önleyebilmek.

Muhtemelen hiçbir faydası dokunmuyorsa da, dediğim gibi, dayanamıyorum, kendimi tutamıyorum işte!

Artık delik deşik olmuş, kenarları yırtılmış, defâlarca yere düşüp çamurlanmış bile olsa “Türkçem, benim ses bayrağım!” diye saçmalayıp duruyorum, yaşıma verin!