Haziran yangınları

Kaçacak yerleri yoktu. Dört duvarın içindeydiler zaten. Ellerinde kelepçe, önlerinde parmaklık; İçerdeydiler zaten... Ve İçerisi çok sıcaktı; cehenneme hüküm giymiş gibiydiler... Bir kibrite baktı her şey. Güçlünün zayıfı yok ederek hayatta kalacağına dair o sinsi algoritma işledi, kalabalıktan 13 kişi kül oldu.

Gölgede 42-43 derece süren haziran, Şanlıurfa E Tipi Cezaevi’ndeki yangınla isyana ulaştı. 13 kişiyi kaybettiğimiz feci yangını müteakip aynı cezaevinin Çocuk Koğuşunda, ardından Adana ve Gaziantep cezaevlerinde, yangın ve isyan haberleri düştü ajanslara. 450 kişilik kapasitesine rağmen 1057 mahkumu barındırmak zorunda kalan Urfa Cezaevi, bize ciddi bir soru sordu. Bakanlık, yeni ve insani koşullarda cezaevleri yapılacağının bilgisini geçerken... İzmir Aliağa’daki kadın cezaevi hakkında CHP’nin hazırladığı rapora (kadın mahkumların çırılçıplak soyularak dövüldüğü iddiası) Bakanlığın verdiği yazılı cevap da, halen sayfada duruyor sözgelimi...

***

Peki cezaevleri hakkında sivil inisiyatifler neler yapıyor? Baroların, İnsan hakları kuruluşlarının ve Partilerin cezaevleri hakkında hazırladıkları raporları bir kez daha gözden geçirmek zorunluluğu hasıl oluyor bu soru karşısında.Tecrit ve fena muamele bildirimlerine odaklanmış bu raporlarda, herhalde yeterince siyasal bulunmamış olsa gerek ki; klimatif imkansızlıklardan ya hiç söz edilmiyor ya da birkaç cümleyle geçiyor. (Urfa Barosu, cezaevindeki yüksek yoğunluğa dair bildirimde bulunmuş) İnsan hakları inisiyatiflerinin politik kaygıları ne yazık ki zaten kimsenin umursamadığı sivil mahkumların mağduriyetlerini kamufle ediyor. Oysa Urfa’da yakınlarını yangında yitirmiş kişilerle yapılan mülakatlarda, mahkumların aşırı sıcaktan ve koğuşlardaki yoğunluktan şikayet ettikleri çıkıyor ortaya. Yere serdikleri yataklarda bile vardiyalı yattıkları anlatılıyor mahkumların. Siyasi suçlu olmadıkları için, sesleri işitilmeyen kimseler... Onlar yandı. Siyasal kavgalarsa, yangından beslenerek sürüyor. İçler acısı, küçük ama gerçek hikayeleri de yandı sessiz kimselerin. Bazısı birkaç gün sonra suçunu doldurup tahliye olacakmış, kimisi daha ilk duruşmasına bile çıkmamış.

Öcalan ya da Ağar gibi ünlü ve siyasi mahkumlardan olmadıkları sürece, diğerleri bizi ne kadar ilgilendiriyor? Üstüne üstlük Gaziantep’teki siyasi mahkumların başlattığı isyan, “Öcalan’a ev hapsi” talebiyle ilişkilendirilince, herkes yüreğini soğutuveriyor.

Yangında kaybettiğimiz siyaset dışı gariplerin sesi, bir kez daha kesiliyor. Diyeceksiniz ki; suç işlemeseler oraya tıkılmazlardı, niye garip diyorsun? Allah kimseyi mahpushane damlarına düşürmesin derim ilkin... Sonra da şunu hatırlatırım: Urfa Cezaevi’ndeki yangında ölen mahkumlardan; 3’ü hükümlü, 10’u tutuklu, yani henüz haklarındaki suç kesinleşmiş değildi.

Bu sonuç, Türkiye’deki cezaevleri ve yoğunluk hakkında ciddi bir bilgiyi veriyor aynı zamanda... Türkiye Barolar Birliği’nin 2010 yılında hazırladığı Tutuklama Raporuna daha evvel de atıf yapmıştım; “Cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülerin 119 bin 288 kişi olduğu, 60 bin 782 kişinin tutuklu, 58 bin 506’nınsa hükümlü olduğu” bildiriliyordu aynı raporda. Kısacası içerdekilerin % 51’i tutuklu, % 49’uysa hükümlüydü buna göre. Cezaevlerindeki yoğunluk yükünün, tutuklama kararlarıyla ciddi bir ilişkisi var. Tutuklama, cezai bir müeyyide veya infaz değilken, delil karartma ve kaçma gibi ihtimallerle gidilen bir yöntem. Yargının ağır iş yükü de buna eklenince, cezaevlerinde hükümlüden çok tutuklular kalıyor... Cezaevleri deyince Silivri’den, mahkum deyince Öcalan veya KCK’dan başkasını tanımayan hepimize ağır bir soru sordu Urfa’daki yangın...

2.5 aydır içerideymiş, 3 günü varmış tahliyesine Mehmet Arslantay’ın. İki de kızı varmış dışarıda. Onlar yanmadı. Sağ.