İnsanlık halleri ve kürtaj tartışması

Başbakan’ın “kürtaj cinayettir” sözleriyle başlattığı tartışmaya Diyanet İşleri Başkanlığı da “kürtaj haram ve cinayettir” fetvasıyla dâhil olunca “Diyanet de, hükümet de bu işe karışmasın”, “kürtaj kadının insan hakkıdır”, “sadece kadınlar konuşsun diğerleri sussun” itirazları daha da şiddetlendi.

Çok boyutlu bir tartışmada herkesin fikrini söylemesi, koordinatların belirlenmesine, böylece ortak bir hüküm alanı oluşturulmasına yardımcı olabilecekken ne yazık ki yine bir mevzi savaşının içinde bulduk kendimizi. Üstelik meselenin özü de buharlaşmak üzere.

Aslında ne Diyanet’in tartışmaya dahil olmasında ne de kadınlar başta olmak üzere kürtaj yasağına farklı açılardan karşı olunmasında bir sorun var. Sorun, insanı üzen, yıldıran ve “böyle bir dünyaya neden çocuk getireyim ki” dedirtecek şekilde yürüyen tartışma üslubunda.

Kürtaj gibi hem insan hayatları, insanlık durumları bakımından hem de devlet-toplum, devlet-vatandaş, “Yaratan-kul” ilişkileri bakımından çok katmanlı, çok boyutlu ve çok sonuçlu bir meselede bir görüşe, kişiye, siyasi pozisyona kategorik olarak karşı çıkmak ya da destekçi olmak benim anlayabildiğim bir durum değil.

Kürtajı savunurken kullanılan dilin bu kadar keskin, kendinden emin ve buyurgan olması da çok sorunlu ve yaralayıcı. Kürtaj hakkını savunan kadınların söylemlerini, eylem biçimlerini beğenmemek ayrıdır, sizden farklı düşünüyorlar diye onları tartışma dışına atmaya, aşağılamaya çalışmak ayrı.

Ana rahminde “hayat” bulmuş ve müdahale edilmemesi halinde doğacak olan bebeğin hangi şartlarda dünyaya gelip gelmeyeceğine karar vermek elbette sadece annenin inisiyatifinde değildir ama “kadın” hiçbir şekilde tartışma dışı da değildir.

‘Taşıyıcı kadına’ anne denir!

Kadın tek söz sahibi değildir zira o bebeğin kromozomlarının yarısı da babaya aittir ve hepsinden öte “insan olmak üzere kodlanmış o canlı”nın gelişme, doğma ve yaşama hakkı vardır; işte burada devlete de dine de söz düşer.

Öte yandan kadına elbette ki söz düşer çünkü hamilelik gibi kürtaj da onun bedeninde gerçekleşecek ve doğurması halinde de aldırması halinde de bundan birinci derecede ve ömür boyu etkilenecek olan kadındır. Kaldı ki kürtajın yasaklanması durumunda bu işin bir şekilde yeraltına inmesi ve o çocuğu doğurmamak durumunda olan kadınların hayatlarının sağlıksız koşullar nedeniyle tehlikeye girmesi de tamamen olasılık dışı mıdır?

O yüzden tartışmanın hararetine kapılıp kadını sadece basit bir “taşıyıcı” olarak konumlandırmak, araçsallaştırarak aşağılamak da, kürtaj yaptıran, kürtajın hak olduğunu savunan her kadını “cani”, “ahlaksız” yahut “mağdure bacı” olarak tanımlamak da sorunlu.

Başbakan kanaat önderi midir?

 Ayrıca vurgulamak isterim ki Diyanet’in açıklamasında da, dindarların “dinimiz bu işe ne diyor” diye sormasında da şaşılacak, anormal bir yan yok. Ama bu “arz-talebe” üstenci bir bakışla “böyle olmasın” demekte sorunlu bir buyurganlık var. Sonuçta o fetva inanmayanları ve yasa koyucuyu değil sadece inananları bağlar.

Dünkü yazısında Eser Karakaş özetle, eğer bu bir ihtiyaçsa kürtaj meselesinin neden kendini muhafazakar demokrat olarak tanımlayan ve yüzde 50 oy alan bir partinin üçüncü döneminde ve Başbakan’ın ön almasıyla gündeme geldiğini soruyor ve dindar çevrelerin 90’larda sahip olduğu muhalif dil, söylem ve eylem kabiliyetini son on yılda yitirmekte olduğunu tartışıyordu. Bu bir yönüyle artan sivilleşmeye rağmen körelen siyasileşmeyi işaret etse de öbür yanıyla Başbakan Erdoğan’ın etkili bir siyasetçi olmaktan öte bir kanaat önderi olarak da tebarüz ettiğine işaret eder ki bu da ayrıca tartışmaya değerdir.