İran ve Ali Şeriati’nin Bid' at-ı Hasene'si

Suriye’deki Baas rejimi Halep’te yeni katliamlar peşindeyken, rejimin hem destekçisi hem de akbabası olan İran, Rusya’nın ‘bekle-gör’ politikasına dönmesinden sonra tek başına kaldı gibi. Tam burada İran’a, İran devrimine yeniden bakmak gerek. Çünkü İran İslam Devrimi, yalnızca bir Şii devrimi değildi. Bugün şu ya da bu mezhep devlet kuracak, örgütler bile devlet kuruyor diye konuşanlar İran devrimi de Şii devrimi sanmasın. İran devrimi Şii devrimi değildi ama bir müddet sonra, Amerika’nın çizgisinde bir Şii diktatörlüğüne dönüştü. İşte katil Baas rejimini destekleyen bu diktatörlüktür.

İran devriminin, onu gerçekleştiren renklerinden arınıp bir diktatörlüğe dönüşmesi, hiç şüphesiz, İslam’ın siyasal yanıyla açıklanamaz. İran devriminin devam ettiricileri, aslında İslam’ın tam aksine bir yolu tercih ettiler. Bu yol Amerika’nın istediği bir yoldu ve ABD bu yolu devrimden tam iki yıl önce 1977’de belirlemişti. 1997’de Şah, yapacağı liberal açılım için Amerika’ya gittiğinde, Başkan Carter, Şah’a çok geç kaldığını ve artık ABD’nin desteğinin mümkün olmadığını anlatmıştı. ABD, Paris’te olan Humeyni’yi döndürerek ulusalcı-Şii bir diktatörlük kurmanın planlarını o zaman somutlamıştı zaten.

ABD, Şah’ın sonunun geldiğini biliyor; ancak devrimin kendi denetiminde olmasını istiyordu. Bunun da tek yolu, Humeyni’nin sürgünden  ‘demokrasi’ vaadiyle dönmesi ve iktidara geldikten sonra bu ‘demokrasinin’ Amerika’nın görece denetleyeceği bir ulusalcı-küçük burjuva diktatörlüğüne dönüşmesiydi. Öyle de oldu.

Ali Şeriati’yi 1977’de Şah’ın SAVAK’ı öldürmüştü ama Ali Şeriati yaşasaydı 1979’dan sonra devrim muhafızları tarafından öldürülecekti zaten. Tıpkı TUDEH’in yok edilmesi gibi.

Ali Şeriati gençliğinde Musaddık’ı desteklemişti. Musaddık’ın kalkınmacı- antiemperyalist çizgisi 1953 yılında, Anglosakson hâkimiyeti tarafından boğulurken, Ali Şeriati ve TUDEH, bundan çok önemli dersler çıkartıyorlardı. Birincisi, İran yalnızca elindeki doğal kaynakları kamulaştırarak kalkınamazdı. Çünkü petrolü çıkarmak yetmiyordu; işlemek ve dağıtmak bu alanda güçlü tekeller yaratmak işin esas yanıydı. İkincisi yeni bir düzen ancak halkın kendi iradesiyle mümkün olabilirdi.Aslında bu iradeyi yaratacak siyasi bilinç, binlerce yıldır zaten bu topraklara vardı. Ali Şeriati, İslam’ın adalet vurgusunu öne çıkartarak yeni ve özgün bir sistem geliştireceğine inanmıştı. ‘Kara Şiilik ve Kızıl Şiilik’makalesi aslında İslam’da yeni bir bid’at-i haseneadımıydı. Şeriati burada, kapitalizmi olduğu gibi kabul eden ve sistemi değiştirmeyen anlayışı gerici ve karanlık olarak niteledi. Halktan yana bir anlayışın İslam’ın özünde olduğunu ve bunu ortaya çıkarmak gerektiğini söylüyordu. Şeriati, İslam’ın gerçek hedefinin, eşitliği, sosyal adaleti savunmak ve sömürüye son vermek olması gerektiğini anlattı hep.  

Şeriati’nin ‘kara din’i kaynağı belirsiz birçok kuralı topluma dayatarak onları oyalayıp uyuşturuyordu. Kara din, iyilik ve doğruluk amacından sapmış bir diktatörlüktü sadece. Safevi devletinden beri İran’da, yöneticilerden ve zengin sınıflardan yana bir ‘din’ anlayışı egemendi ve karanlığı temsil ediyordu. Şeriati, ‘bazen insanın kapitalizmin kuyusunda Yusuf gibi hapsolmuş vicdanı feryat eder, sahibini uyandırır ve onu kurtarmak ister ’ diyerek yeni bir anlatıya kapıları açıyordu. Bu anlatı, hiç şüphesiz bir Bidat-ı hasene idi.

Gazali: Bid’at gereklidir

Yani İmam Gazali gibi anlatırsak; ‘Hz. Peygamber’den sonra ortaya çıkan şeylere bid’at denir ama her bid’at kötü değildir. Sebepler değiştiğinde, yenilik yapmak (bidat) gereklidir.’Yine İmam Şafii bu anlamda bidatı ikiye ayırır: Yerilen (kötü) bid’at-ı seyyie ve övülen (güzel) bid’at-ı hasene. Şeriati, ‘ekonomik sistem öyle bir sistem olmalı ki, haddini aşan ve aşmak isteyen ‘adama’ kanuni ve pratik fırsat ve imkân tanımamalı. Ona bu imkânı verip de sonra ahlaki açıdan onu kontrol etmeye çalışmak doğru değildir; yani alt yapısı kapitalizm, üst yapısı ahlak, adalet ve takva olan bir yapıyı kurmak doğru olmaz’ bir ‘bidat-ı hasene’ anlatısı geliştirmiştir ki; bu 1979 devriminin kalbidir.

Ancak hem kapitalizme hem de o zaman ki Amerikan hegemonyasına kitlesel (İslami) bir meydan okuma olacak bu ‘yorum,’ bir yerel CIA örgütlenmesi olan Şah’ın SAVAK’ı tarafından 1977 yılında susturuldu. Ali Şeriati, 1977 yılında SAVAK ajanları tarafından öldürüldü.  Şimdi Şah’ın meşruiyetini yitirmesinden sonra Amerika’nın ehven-i-şer dediği İran diktatörlüğü devam ediyor. Ama bu diktatörlük, İslam’ı sahtekârca kullanarak, katil Esad rejimini destekliyor. Bugün Ahmedinecat kiliğinin, ne İslam’la ne anti-emperyalizmle alakası vardır, Ali Şeriati’nin yolu çok başkaydı. Ancak Ortadoğu’daki bu uyanış, Suriye’den sonra, İran halkına da Ali Şeriati’nin yolu için tarihi fırsatı verecek.