İş bilenindir, kılıç kuşananındır!

Önce Play-Off olarak planlanan, ama sonra Süper Final diye pazarlanan maçlar; önceden hakkında “Saçma uygulama” diye yazılmasına rağmen, vallahi güzel geçiyor... Dün gece de seyir zevki olan bir mücadele izledik.

Galatasaray önceleri; “Durum muhakemesi” yapmak ister gibi, etrafı kollayan bir havadaydı. Temkinli bir başlangıç yaptı. Beşiktaş ise tam aksine; “Ne olacaksa çabuk olsun” der gibi bir telaş içindeydi. Ancak baskın görünmesine karşın etkin değildi. İlk golü yediği ana kadar; Muslera’nın hatasından kaynaklanan beleş pozisyon dışında, yürek hoplatan anı olmadı.

Ne zamanki Melo’dan golü yedi, başından aşağı kaynar su dökülmüş gibi oldu. Can havliyle yüklenip olağanüstü pozisyonlar buldu ama; Holosko ve Fernandes saç-baş yolduran başıboşlukla olmadık goller kaçırdılar.

***

Ama şurada yanılmayın... Beşiktaş’ın inanılmaz goller kaçırması, Galatasaray’ın 1-0 öne geçişini hafife aldırmaz. Çünkü Sarı-Kırmızılılar (özellikle ilk yarıda) sahaya iyi yayılıyor, Beşiktaş’ı belli ölçüde kontrol altında tutuyor ve açıkçası önde olmayı da hak ediyordu.

Beşiktaş ise, Hilbert’in ortalarıyla sürekli olarak rakip savunmalara tosluyor, Holosko aksıyor, Quaresma da beklenen etkisini gene gösteremiyordu. İki ekibi “Takım bütünlüğü” çerçevesinde tarttığınızda, Galatasaray kefesinin ibresi, biraz daha alttaydı. Yani daha ağır basıyordu... Anlayacağınız; acayip goller kaçırmış olmak, kesin üstünlüğünüzün açık argümanı olamıyor.

***

Fakat ikinci yarı; Galatasaray tabelada yer alan 1-0’ı tapu kaydındaki mülk olarak görmeye başladığında, geriye yaslandı. Beşiktaş’ın görünür egemenliği işte bu noktada başladı. Oyunu yönlendirme dümeni, Kartal’a geçti. Veli’nin kaçırdığı, Muslera’nın kurtardığı pozisyon; maçın kaderini adeta belirledi. Beşiktaş ikinci yarıda maça ortak olmuştu ama, ne yazık ki skora ortak olamadı.

Hüseyin Göçek’in yönetimi; verdiği olumlu ve doğru kararların sayısı fazla çıksa bile, huzursuz bir yönetim gösterdi.