İslamcılık dini siyasete alet etmektir!

Siyaseti ‘jakobenizmin’ etkinlik alanı, İslamcılığı da ‘sakıncalı’ görenler tarafından “İslamcılık dini siyasete alet etmek”, bu suretle siyasetin suyunu bulandırmak olarak görüldü. Siyasetin tayin edilmiş hudutları içinde İslamcı temayüller hep tehlikeli addedildi, ama özellikle ‘28 Şubat nesli’nin en çok işittiği ezberdi bu. Siyasetten dışlama aracı olarak kullanılmasını bir kenara koyarsak, doğruluk payı da yok değil bu ezberin. İslamcılığı Müslüman oluşun kaydı şartı olarak gören Ali Bulaç’ın İslamcılığın nesilleri tasnifini, Osmanlı’nın dağılmasını engelleyecek siyasetlerden biri olarak yön bulan ihyacı İslamcılık düşüncesini, Kemalizmin dini toplumsal hayatın ve siyasetin dışına iten pratiklerine karşı geliştirilen Cumhuriyet dönemi İslamcılığını da akılda tutalım ve İslamcılık nedir, kime İslamcı denir, sorularını bir kez daha soralım.

İslamcılığın, bir hareket, coğrafya ve dönemle hususen ilişkilendirilmeden kapsayıcı bir tanımı yapılacaksa ilk koymamız gereken kaide İslamcılık-siyaset bağıdır. İslamcılık mevcut pratiklerinde dar ideolojik bir kapsamdan ziyade siyasal ve kitlesel olmaya daha meyyal bir çizgi takip etmiştir. Bu yönüyle İslamcılık biraz da dini siyasete alet etmektir.

Son İslamcı Ali Bulaç mı?

İslamcılığın bittiğini, İslamcıların neslinin tükendiğini düşünen zevat için argüman doğrudan AK Parti ve ‘bir zamanların İslamcıları’nın bugün AK Parti içinde siyaset yapıyor ya da AK Parti’yi destekliyor olmaları. İslamcılığı siyaset dışına itmenin başka bir ifadesi olarak dışa vurulan bu düşünce sağa sola bakınca bir elin parmakları kadar İslamcı da sayamıyor. Ali Bulaç istisna!

İslamcılığa ontolojik bir mevki tayin etmeyeceksek, İslamcılığı bir teolojik kategori olarak görmeyeceksek, şunu teslim etmek durumundayız. Dinin toplumsal hayatı düzenleyen yönü doğrudan siyasetle ilişkilidir. İslamcılık kamusal alanı İslami bir nizamla dönüştürmeye çalışan aktörlerin var olması şartına bağlı olarak hep varolmuştur. İslamcı, bir önerisi olandır. O önerinin hayat bulması için en meşru araç da siyasettir. Kaldı ki insan oluşumuzun en ayırt edici vasfıdır siyasallık. Başka bir dünya mümkün sözü siyasallığımızın şerhidir.

İçtihat siyasettir

Bundan sonra İslamcılığımızı, İslamcılığımızın İslamiliğini tartışırız.

İslamcı hareketin giderek düşünceden uzaklaştığı eleştirisi yerinde olmakla birlikte İslamcılığın geniş halk kitleleriyle buluştuğu momentin bir yozlaşma olarak okunması da kendi çapında jakobenizmdir. Siyasetin düşünceden kaçtığı pratikler siyasetin ehil ellerce yapılmadığı durumlar ortaya çıkarmıştır ama halkı işin içine katmadan siyaset yapıldığı nerede görülmüştür? Kitleselleşmeyi ‘popülist an’ diye aşağılamanın sonucu ya Ortodokslaşma ya da marjinalleşmedir. Türkiye’deki İslamcılık tecrübesi de Arap dünyasındaki ana akım İslamcı hareketler de bu iki hataya düşmeden yol alabilmiştir. Bu yüzden de Arap Baharı’nın rüzgarını İhvan estirmiştir. Aynı şekilde 28 Şubat’ın bize hediyesi dediğimiz, kimine göre İslamcılığın defterini düren, kimine göre ise yavaş yavaş gizli ajandalarını açığa çıkarmaya başlayan AK Parti, çok seyrelmiş bulsak da, İslamcı bir siyasi hareketin Kemalist elitist bir cendere içinde kendini var etme pratiğidir. Siyaset ruhsatlarla yol alır, maslahat gözetir ve siyaset bizatihi içtihattır. Bu haliyle AK Parti’yi İslamcı argümanlarla eleştirebiliriz elbette ama “AK Parti İslamcılığı bitirdi”, yahut “bir iktidar projesiydi, iktidar oldu son buldu” yaklaşımı İslamcılığı sadece marjinal bir muhalif hareket olarak sevmektir.