Korkmayalım, yararlanmaya bakalım

Çevremizdeki sular bulandığından buyana rahatsızız da, tedirginliği artıran yeni gelişme iyice tedirgin etmeye başladı: Suriye’nin kuzeyinde merkezi hükümet çöktü, yerini Kürt milisler alıyor... PKK ile veya Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetimin lideri Mesut Barzani ile irtibatlı silâhlı güçler ön plana çıkıyor... “Kürdistan’ın batı kanadı da kuruluyor” diye sevinenler var.

Bizler ne yapalım? Endişe mi edelim?

Eğer ortaya çıkacak yeni tablodan sonra parçalanmış bir Suriye ile muhatap olunacaksa, ülkenin kuzeyinin silâhlı milisler eşliğinde etnik bir yapıya bürünmesi elbette Türkiye için kaygı duyulmasını gerektirecek bir gelişmedir. PKK içerisindeki en kan dökücü unsurların Suriye kökenliler olduğunu unutmayalım.

Ancak böyle bir tablodan bizden fazla Suriye dışında yaşayan Kürtler endişe etsin. Barzani’nin başına PKK’dan sonra bir de PYD derdi çıkacağı gibi, yeni yapı ‘Kürt’ imajını bütünüyle olumsuz yönde etkileyebilecektir. Günümüz dünyasında tek özelliği ortak etnisite olan bir toplumda birlik ve bütünlük kolayından sağlanamıyor. Tersine, demokrasiye dayalı bir kamu düzeni oluşturulamazsa kardeş kardeşin gözünü çıkartabiliyor.

Gerçek bu. Bu gerçek bize “Şu sıralarda meydana gelen gelişmeden endişe mi duyalım?” sorusuna sağlıklı bir cevabın nasıl verilebileceğinin yolunu göstermeli.

Dünyada en kalabalık Kürt nüfus Türkiye sınırları içerisinde yaşıyor; sınırın öteki taraflarında akrabaları bulunan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Kürtler... Cumhuriyet tarihi boyunca

Kürtler’in devletle gel-gitli ilişkileri oldu, ortak tarihimizin bazı sayfaları kanla yazıldı. Ancak bugün gelinen noktada birlikte yaşamanın ancak demokrasi içerisinde sağlanabileceğini öğrendik.

Öğrendik de ne oldu, ‘Kürt sorunu’ diye adlandırılan sorun ortadan mı kalktı? Hayır. Etnik kaynaklı terör hâlâ devam ediyor. PKK örgütü elinden silâhı bırakmaya yanaşmıyor. Devlet de, son yıllarda kaydedilen müthiş iyileştirmelere rağmen, belli noktalardaki katı tutumunu hâlâ sürdürüyor.

Son gelişmeler iki tarafı da düşünmeye sevk edecek değerde. Silâhlı mücadeleyle sonuç alma yanlılarını da devleti de...

Bir yanda, ‘demokrasisi güçlü, hak ve özgürlüklerin en geniş biçimde yaşandığı, refahı tabana yaymış bir Türkiye’nin eşit vatandaşları olarak yaşama’ seçeneğine karşı diğer yanda ‘ellerin sürekli tetikte tutulduğu, ölümün kol gezdiği, demokrasiden nasipsiz, tek özelliği etnik bütünlük olan bir oluşumun parçası olarak yaşama’ seçeneği...

Cevabını devletin vermesi gereken soru da şu: ‘Teröre muhatap olmaya devam edilen, refahı ötelemek zorunda kalmış yarı-demokratik bir yapı’ mı, yoksa ‘vatandaşlarını hiçbir ayrıma tâbi tutmayan, herkesin kimliğini kabul ve ona uygun yapılanmasını teşvik etmiş tam demokratik bir yapı’ mı?

Hangisi bunlardan?

Kürtler Türkiye’de demokratik haklarına sahip eşit vatandaşlar olarak yaşamayı tercih ettiklerinde, devlet de bugüne kadar esirgediği özgürlük alanlarını açacak, silâhların gölgesinden çıkmış Türkiye ise etrafındaki gelişmelerden ürküp korkmak yerine, süreci doğru yöneterek nüfuz alanını bölgenin en uzak noktalarına kadar yayabilecektir.

Yapılamaz mı? Bana yapılabilir görünüyor.