‘Lügat’ı var da sözü nerede Uygurlar’ın?

5 Temmuz 2009’da Urumçi’de yaşanan katliamı kaçımız hatırlıyoruz? Gerçi Doğu Türkistan’ın 1934’ten bu yana yaşadığı periyodik soykırımların son halkalarındandır 5 Temmuz faciası. Doğu Türkistan İslam Cumhuriyetinin 1934’te yıkılması ve ardından 1949’daki Çin Halk Kurtuluş Ordusunca ilhak oluşundan bu yana katliam, asimilasyon, soykırım ve zorunlu göçe tabi tutulan bir coğrafyadan bahsediyoruz...

Batı’da Hazar Denizi, Doğu’da Altay, Kuzey’de Ural dağları, Güney’de Horasan... Ve bu geniş coğrafyanın içinden çıkan sözlerin kurduğu masaldan duaya, bilgiden irfana, tefsir, hadis, tasavvufi hikmet, matematik ve astronomiye kadar geniş medeniyet uzamı... Tüm bunlar bir yana... Yani bir ana kucağı gibi bağrından çıktığımız medeni yatak, ana sütü gibi bizi karşılıksız emzirerek büyütmüş bu zihinsel harita... Bir yana...

Uygur kimdir, Urumçi neresidir, sistematik olarak o uzak coğrafyada kah başları kesilerek, kah diri diri yakılarak yok edilen Uygurlar bizim neyimiz olur? Ayrı yandaki sorular...

Bizim işimiz hamaset ve hikayâta yaslanır çoğu kez. Belki de umursamazlık değildir sadece. Çaresizlik, kahır-keder, tembelliklerimiz de vardır işin içinde. Hatta öğretilmiş, kazandırılmış tepkisizlikler veya rahmetli Cengiz Aytmatov’un ifadesiyle “mankurt”laşmaya, yabancılaşmaya ayarlanmış bir zihin sürçmesine de tabiyiz hepimiz...

Soru değişmez oysa, basittir, ilkeldir hatta: Uygurlar bizim neyimiz olur?

Kaşgarlı Mahmut ilkokuluna gitmişsinizdir halbuki, üniversite sınavlarında Divan-ı Lügat-i Türk’ten çıkan soruyu da doğru işaretlemişsinizdir, gittiğiniz fakültede uğradığınız kütüphanelerden birisinin ismi muhakkak Kaşgarlı Mahmut’tur mesela... Kimdir Mahmut Kaşgarî, nedir, ne yapmıştır? Topkapı Sarayı’nda muhafaza edilen o ilk sözlüğün karşısında meraklı bir turistten fazla olarak idrak edeceğimiz ne vardır? Uygur’u müze ve arkeolojik bilgi ötesinde öğretilmiş mesafeler ve ilgisizlik siyasetleri dışında ne kadar tanıyoruz?

***

 

Yerel müşahitlerin tüm kesilmiş yasaklanmış imkansızlıklar içinden duyurduğuna göre, 5 Temmuz 2009’da Urumçi’de 1500 kişinin hunharca katledildiği o soykırımdan sonra dünya kamuoyu hukuk adına ne yapmıştır?

Veto yetkisi sahibi Çin’in kültür devriminden bu yana sistematik şekilde kana buladığı ve tüm yeryüzünden yalıttığı bu coğrafyayla ilgili nasıl bir siyasetimiz var?

Filistin, Bosna, Irak, Afganistan, Arakan, Suriye’deki katliamlara haklı duyarlılığımızı her daim ayakta tutan bizler, sıra Uygur’a, Doğu Türkistan’a gelince niçin susarız, niçin gömer, niçin unuturuz...

Bunda Çin’in 1949’dan bu yana bölgede uyguladığı karanlık siyasetin kanlı başarısı kadar, bizim diplomasi ve kültür politikalarımızın sorumsuzlukları da etkilidir kuşkusuz.

Eski Başbakanlardan Mesut Yılmaz zamanında Türkiye’deki Uygurların bile gök bayrak takması yasaklanmıştı. Devlet Bahçeli’nin Çin gezisinde zulmün patronlarına zebercet işlenmiş kılıncı takdim edişiniyse halen yüreklerine saplanmış bir mızrak gibi hatırlıyor Uygurlar...

***

 

Başbakan Tayyip Erdoğan siyaseti tüm dünyada saygınlıkla muhatap kabul edilişin dönemini açtı. Lakin Çin’in Uygurları kuşatarak çevirdiği zulüm duvarları halen çok kalındır... 2009 katliamından sonra kitlesel idamlar, halen süren zorunlu kürtaj ve bölgeye transfer edilen Çinli nüfus üzerinden yürütülen asimile politikası devam etmektedir... Duyarsızlık ve etkisizlikten doğan açığı ise her zamanki gibi güya doldurmaya hevesli ABD için Uygurlar, zayıf bir propaganda malzemesi muamelesi görüyor ne yazık. Rabia Kadir’in hapishaneden çıkarılış sürecinden itibarense ABD’nin propagandaya yaslanmış cılız söyleminden başka, Uygurlara has yalnızlaştırma sürmektedir.

Uygur meselesi ABD’nin insafına terk edilmeyecek kadar önemlidir.