Max Boon’ları tanımak

Max Boon 2009 yılında Jakarta’ta bir terörist saldırı sonrasında iki bacağını birden kaybetmiş genç bir insan. En fazla 30 yaşında görünüyor. Mekanik ayaklarına alışmaya, onlarla yürümeye çalışıyor. Çektiği tüm acılara rağmen kendine güvenli, ne istediğini belli ki bilen biri.

Onunla Salı günü New York’ta 1. Cadde’deki Birleşmiş Milletler binasının hemen karşısındaki Türk Evi’ne komşu Church Center’de düzenlenen terörizme karsı sivil toplum ne yapabilir toplantısında karşılaştım. Mekanik bacaklarını açıkta bırakan şortu ile önümde oturuyordu.

Ben, mayın gazisi bir Amerikalı asker olduğunu düşünmüştüm ama o son panelde konuşurken Hollandalı olduğunu, Leiden Üniversitesi’nde Endonezya üstüne çalıştıktan sonra Jakarta’ya gittiğini, orada çeşitli şirketlere danışmak yaptığını, Marriott Otel’deki bir toplantı sırasında ise bombalı saldırıya maruz kaldığını anlattı.

***

Max, bizlerle bomba patladıktan sonra hissettiklerini, bacakları kesildikten sonra duyduğu acıyı, ama hepsinden önemlisi hayata nasıl bağlandığını aktardı. Sonra da projesinden, kurbanların sesinin duyurulmasından söz etti. O konuşurken ben, keşke Max Boon gibi insanları Türkiye’ye getirebilsek, onun acılarını herkesle paylaşabilsek, Türkiye’nin kurbanlarının da seslerinin bu şekilde çıkmasını sağlayabilsek diye düşündüm.

Çünkü Max terörizme, hatta genel olarak şiddete karşı verilen mücadelede yeni bir anlayışı temsil ediyor. O, intikam almak değil acısını paylaşmak istiyor. Jakarta Marriott Otele girip bombasının pimini çeken 17 yaşındaki teröristini de kendisi gibi kurban olarak kabul ediyor.

Gidip intihar bombacısının ailesiyle görüşüyor. Onları tanımaya, kendisinin bacaklarını ama diğerlerinin hayatlarını kaybetmesine neden olan genç insanın nasıl olup da ölmeye ve öldürmeye karar verebildiğini anlamaya çalışıyor. Max intikam peşinde değil. Yeni bir tür adalet anlayışını temsil ediyor.

Deneyimi ve projesi bu yüzden çok önemli ve değerli. Türkiye gibi 40 bine yakın insanını teröre kurban vermiş bir ülkede PKK’nın silah bırakması için de önemli, insanların birbiri ile barışması için de, bu tür trajedilerin bir daha yaşanmaması için de. Max bize konuşmayı, paylaşmayı ve anlaşmayı öneriyor.

Türkiye’nin de kurbanların seslerini duymaya, çektikleri acıları paylaşmaya ihtiyacı var. Ne de olsa şimdiye değin hep kahramanlık hikayelerini dinledik tüm savaşlarda ve benzeri acılarda olduğu gibi. Ölen insanlara kimlik atfettik. Onların cenazeleri, kopan uzuvları üstünden siyaset yaptık. İntikam sözleri verdik.

Ölene, sakat kalana kimse üzülmedi. Kimse vücuttan kopan bir uzvun insana ne kadar acı verdiğini anlatmadı ve anlamadı. Oğlu ya da kızı PKK’lı olup dağa çıkanla, mayına basıp bacağını kaybeden asker bir araya gelip konuşmadı. Konuştularsa da konuştuklarını Türkiye duymadı.

***

Çatışmanın mantığı her iki tarafa da insan olmanın anlamını unutturdu. Ölümler, yaralanmalar siyaset yapmanın aracı haline dönüştü. Ne kadar çok acı olursa siyasi amaca o kadar çok yaklaşılır diye düşünüldü. Bir taraf “şehitler ölmez” dedi, öbür taraf sokak gösterileriyle siyasi dayanışmayı artırmaya yöneldi.

Şiddetin boyutu da zaten bu yüzden sürekli büyüdü. Şiddet siyasetin kendisi haline dönüştü. Ortaya atılan hiçbir çözüm önerisi işe yaramadı. Birkaç büyük eylemle her türlü açılımın önüne geçildi. Siyaset insanı unuttu. Araç amacın önüne geçti. Güya insanca yaşamak için insanlık öldürüldü.

Salı günü Max, o salonda olanlara insanlığı ve insanı hatırlattı. Sanıyorum orada bulunan pek çok insan da  benim gibi kurbanların acılarının paylaşılması gerektiğini düşündü. Hem terörün, hem de teröre karşı alınan önemlerin yarattığı acıların bitmesi için...