Medyada müslim ve gayrimüslim algısı

Hafta sonu, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı bünyesindeki “medyada gayrimüslim algısı” çalıştayındaydık. Erkam Tufan Aytav’ın davetiyle aynı masaya oturduk; Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Mustafa Yeşil, Zaman’dan Ali Bulaç, Cihan Haber Ajansı’ndan Abdülhamit Bilici, Kanal 24’ten Yavuz Baydar, Radikal’den Oral Çalışlar, Orhan Kemal Cengiz, Taraf’tan Alper Görmüş, Ayşe Hür, Ayhan Aktar, Aksiyon’dan Cemal Kalyoncu, Şalom Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İvo Molinas, Agos Gazetesi Yazarı Ohannes Kılıçdağı ve Apoyevmatini Gazetesi Sahibi Mihail Vasiliadis...

Heybeliada’daydık, Halki Palas’ta...

Erkam Bey’in nazik davetini “medyada yerleşik ve maalesef negatif “müslim” algısıyla uğraşmaktan, gayrimüslimlere yetişemediğim” cevabıyla karşıladım ilkin. Erkam Bey sağolsun ısrar etti, eşimle birlikte Anneler Günü’nde Heybeliada’ya düştü yolumuz.

Babam denizci olduğu için sanırım, hatıralarımdaki Heybeliada beyaz üniformalarıyla sürekli resmi geçit ya da jimnastik yaptığını zannettiğim askeri öğrencilerle süslüdür. Sonra meşhur hastane, ince hastalık üzerinden edebiyat tecrübeme hep melankolik bir şekilde sızmış, ada sahilleri... Doksanların başında askeri kampta tatil yapan ailemin yanına gidişim ve kılık kıyafet konusunda yaşadığım bir iki sorun üzerine, huzursuzluk çıkmasın diye bir daha gitmeyişim. Çiçekler, kediler, faytonlar. Uğradığım yasaklar üzerinden, uzaktan sevmeyi öğrendiğim diğer şeyler gibidir, Heybeliada.

Mihail Vasiliadis, 1964’te kapatılan Büyükada’daki Yetimhane’den bahsederken yeniden ihya için gereken bütçe üzerinde yoğunlaştı konuşmalar. Ama ben o kapanış gününde nereye gittiğini dağıtıldığını bilemediğim o yetim çocuklarda takılı kaldım... Anneler Günü’nde omuzlarımı yıkan şey, yetimhanenin yeniden imarından çok, dağıtıldıkları gün, o gariplere, yetimlere ne olduğuyla ilgiliydi. Somali’den Pakistan’a, Irak’tan Afganistan’a dünya yetimlerinin derdiyle dertlenen bir yazar olarak, koynumda uyuklamış kabuk tutmuş bu yara, Heybeliada’da Mihail Bey’i dinlerken kanadı durdu.

Bazen böyle oluyor. Çok okuyor, çok konuşuyor insan. Ama “yüz yüze” bakmanın yerini tutamıyor, bütün o çok bilmeler, analizler, istatistikler. “Yüz, ziyarettir” der bilgeler, sadece muhatabınızı değil, Allah’ı seyretmenin, Onu ziyaretin de mekanıdır yüz, muhatabınızın suretinde yaratım sanatının muhteşem ahengi, harmonisidir seyrettiğiniz. Hakkıyla baksak birbirimizin yüzüne, karşımızdakine kolayca kıyamayacağımızı hep söylemişimdir kendime.

Medya dediğimiz şey, sadece basın, televizyon, sinema, fotoğraf mıdır? Medya, bir ortalama iddiası taşır oysa, yani sadece gösterge değil, dilin ve zihnin hem kurulduğu hem de ifşa olduğu bir süreçtir. Dolayısıyla medyayı, sadece, birilerinin kasten kurgusu, servisi olarak görmüyorum. O çokça eleştirdiğimiz nefret söyleminin bir parça içindeyiz hepimiz. Darbeler ve vesayet sistemleri konusunda da böyle, medyaya hakim nefret ve fobik dilde de, futbol üzerinden tanık olduğumuz holigan süreçte de medyanın içindeyiz. Sadece birilerinin bize dayattığını söyleyerek kurtulabileceğimiz bir şey değil önümüzdeki işler... Hepimizin tek tek nefslerimiz üzerinden kendimizi murakabe etmemiz gerekiyor...

Toplantıda da söyledim, medyanın merkezinde onaylanmış bir “müslim” algısı da yok. “Topyekun Savaş” başlıklarıyla mahkum edilmiş, lince tabi olmuş, “metastas yapmış habis urlar” olarak işaretlenmiş mütedeyyin kesim, bunun en yakın tanığıdır, mağdurudur. Mağduriyet konusunda gayrimüslimlerden, azınlıklardan daha az pay düşmemiştir bizlere de... 

Medeni birikimimiz, bir arada ve onurla yaşamaya dair ciddi anlamda tecrübeler zeminidir. Geçmişin travmalarını, bugünden beklenen itiraf ve özüre fikse etmek, tarafları obsesif bir kapana kıstırmamalı. Baksanıza Heybeliada’da hepimize yasak mahaller halen mevcut...