Merkez sağ mı, merkez sol mu, merkez seçmen mi?

Merkez sağ, merkez sol kavramları malum.

Merkez seçmen kavramı ise bizde daha az bilinen bir kavram.

Bilmem, merkez sağ ya da merkez sol kavramlarından ne anlaşıldığını bir kez daha yazmaya gerek var mı?

Bence yok, bu kavramlar herkese üç aşağı, beş yukarı bir şeyler çağrıştırıyor.

Piyasa ekonomisine güven, devlet müdahalesi, bütçe büyüklüğü, rekabete inanmak, toplumu dönüştürmenin yöntemleri gibi konulara yaklaşım, bu kavramlardaki ayrışma merkez sağ, merkez sol tanımlarını büyük ölçüde belirliyorlar.

Ama burada, bu kavramların belki tanımında değil ama kullanımında büyük bir hata yapılıyor.

Bu kavramlar tanım düzeyinde muhtemelen doğru ama bu yerleşik tanımların, isterseniz eski tanımlar da diyebilirsiniz, belirli bir tarih kesitinde merkeze tekabül ettiklerini iddia etmek kolay değil.

Belirli bir tarih döneminde bu yerleşik ve içeriği pek değişmeyen kavramlardan biri toplumun merkezine, merkez seçmene tekabül etmiş olabilir.

Ama, toplumlar, insanlar kavramlara oranla çok daha hızlı değişiyorlar galiba.

Benim Türkiye’de çok net gördüğüm şey içerik olarak yanlış diyemeyeceğim merkez sağ ya da merkez sol kavramlarının artık merkez seçmene, toplumun merkezine tekabül etmedikleri gerçeğidir.  

Bu kavramlara hala merkez diyebilmek için içeriklerinin bir biçimde toplumun merkeziyle, merkez seçmenle şöyle ya da böyle örtüşmeleri ya da en azından yakın durmaları gerekiyor.

Türkiye’de ise bugün toplumun merkezi, merkez seçmen diye tanımlanabilecek kişi ya da görüş kafalarımızdaki yerleşik merkez sağ ve merkez sol kavramlarından çok farklı bir yerde.

Toplumun siyasi merkezi ile kavramsal merkezlerin farklılaşmasının çok çeşitli nedenleri olabilir.

Bazı tarihsel gelişmeler, küresel bazı olaylar, toplumun kimi dinamikleri toplumun siyasi merkezinin dönem dönem kavramsal merkezlerden farklı yerlerde oluşmasına neden olabiliyorlar.

Bu kavram da yeni bir şey değil, siyaset bilimciler bu duruma hareketli merkez diyorlar galiba.

Tuhaf olan, toplumun siyasi merkezinin nerede ve nasıl oluştuğunu merak etmeden, bilmeden, üstelik önem de vermeden, kuramsal merkezler (sağ, sol) tanımlamak ve daha da vahimi bu kuramsal merkezlerin hala toplumun siyasi merkezi ile örtüşeceğini zannetmektir.

Bu hata siyasette de vahimdir, akademik çevrelerde de.   

Türkiye’deki somut duruma gelirsek karşımıza ilginç sonuçlar çıkıyor.

Kendilerini ısrarla merkez sağda tanımlayan partiler silinip gittiler; bu silinip gitme durumunun altında kesinlikle, ısrarcı olunan merkez sağ pozisyonun Türkiye’deki siyasi merkezden tümüyle kopuk oluşu yatıyor.

1960’larda, merkez sağ kavramı çerçevesinde oluşan Adalet Partisi’nin siyasi yelpazedeki konumunun toplumun siyasi merkezine nispi yakınlığı Demirel’in o tarihlerdeki (1965-1969) başarısının muhtemelen temel nedeni.

Merhum Ecevit’in ortanın solu sloganının nispi başarısının altında da yine muhtemelen bu kavramın toplumun o tarihlerdeki siyasi merkeziyle büyük ölçüde yakınlığı vardı.

Bugünkü CHP’nin, Baykal’ın, Kılıçdaroğlu’nun benimsedikleri merkez sol tanımının toplumun 2012’deki siyasi merkeziyle büyük ölçüde ayrışması da CHP’nin başarısızlığının kanımca temel, belirleyici nedeni.  

AK Parti ile ilgili fazla şey söylemedim ama muhtemelen mevhum-u muhalifinden hareketle AK Parti’nin neden başarılı olduğu anlaşılıyor.

AK Parti’nin bugünkü, 2007’deki (%47), 2010’daki (%58), 2011’deki (%50) çok önemli siyasi başarılarının altında benimsediği siyasi pozisyonun bu tarihlerdeki toplumun siyasi merkeziyle büyük ölçüde örtüşmesi yatıyor.

Burada, toplumsal siyasi merkezin kendiliğinden oluşmadığını, çok çetrefil bir etkileşimin, siyasi iktidarın, siyasi ve toplumsal muhalefetin, küresel gelişmelerin doğrudan ve dolaylı katkıları sonucu olarak ortaya çıktığını da ilave ederek yazımı noktalamak istiyorum.           

twitter.com/KarakasEser