Minyeli Abdullah cumhurbaşkanı olursa

Mısır bu bölgenin üç önemli ülkesinden biri. Diğerleri İran ve Türkiye. Bu üç ülkenin tarihten devraldıkları devlet tecrübesi bölgenin başka hiçbir ülkesinde yok. Dolayısıyla bölgedeki gelişmelere öncülük ve örneklik etmek bu ülkelere düşüyor. Aynı zamanda bu üç ülkenin birbirleriyle etkileşimi de hemen her dönemde önemli sonuçlar doğuruyor.

Türkiye fiili bağımsızlığını hiç kaybetmemiş olmanın avantajıyla demokratikleşme sürecini nispeten erken bir tarihte başlattı. İkinci Dünya Savaşı akabinde çok partili sisteme geçebildik. Gerçi yaklaşık yarım asır boyunca çeşitli müdahalelere uğradığından “bir adım geri, iki adım ileri” ritmiyle ilerlemiş olsa da bugün itibarıyla belirli bir aşamaya ulaşmış ve birçok komşumuzun imrendiği bir demokrasimiz var.

İran’ın demokratikleşme hamlesi 1979’daki İslam Devrimiyle ortaya çıktı; ancak demokratikleşme bu ülkenin kendi sosyokültürel şartlarının izin verdiği oranda gerçekleşebildi ve açıkçası hiç kimsenin örnek almayı düşünmediği başka bir tür vesayet demokrasisi oluştu.

Mısır ile Türkiye’nin benzerliği daha fazla. Okuyanlar hatırlayacaktır: Hekimoğlu İsmail’in çok satan romanı “Minyeli Abdullah” Mısır’lı dindar bir aydının yaşadıklarıekseninde batıcı laik istibdat rejimine yönelik tepkileri dile getirir. Olayların geçtiği yerin Mısır ve romanın kahramanının Mısırlı olması yasal takipten kurtulmak için seçilmiş bir yoldur aslında. Gerçekte Türkiye’deki dinî özgürlükler meselesi gündeme getirilir bu romanda. Her iki ülkede de batıcı laik yönetimlerin kendi toplumlarını dönüştürmeye yönelik çabaları ve son tahlilde yönetici elitle toplum arasındaki çatışmanın demokrasi eksikliğinin sonucu olması ortak noktalarımız...

Minyeli Abdullah romanındaki karaktere çok benzeyen biri, Mursi şimdi Mısır’a cumhurbaşkanı oldu. Minyeli Abdullah’ın cumhurbaşkanı seçilmesi bizde “Kayserili” Abdullah Bey’in cumhurbaşkanı olması gibi çığır açan bir gelişme kuşkusuz. Ama Mısır’ın önünde daha çok yol var. Unutulmamalı ki Türkiye bu aşamaya bir günde gelmedi. “Eski Mısır”ın sahipleri de ellerindeki imtiyazları halka devretmekte acele etmeyecekler.

Şimdi Mısır’ın önünde iki model var. Biri Cezayir modeli, diğeri Türkiye modeli. 1991’de Cezayir’de seçimi İslamcı partilerin oluşturduğu cephe kazandığında ordu seçimi iptal edip yönetime el koyarak kanlı bir iç savaşın yolunu açmıştı. 1960’dan itibaren üç kere darbe yaşayan Türkiye’de ise toplumun demokratik olgunluğunun artık yeni darbelere izin vermeyeceğinin düşünüldüğü bir dönemde seçim kazanan Refah Partisi’ne karşı fiili bir engelleme yapılmadı; onun yerine medya kullanılarak “postmodern darbe” gerçekleştirildi.

Mısır ordusu -veya ülkenin eski sahipleri diyelim- Cezayir modelini değil, Türkiye modelini kendilerine örnek seçmiş görünüyorlar. İstemedikleri adayın cumhurbaşkanlığını kazanması üzerine seçimi iptal etmek yerine kendi kontrolleri altındaki kurumları (medya ve yüksek yargı) kullanarak “alaturka” bir “vesayet” rejimi oluşturmak istiyorlar.

Ama bunda başarılı olmaları zor. Çünkü örnek aldıkları Türkiye’deki -2010 itibarıyla yıkılmış sayılması gereken- vesayet rejimi askerlerin yönetimi altında kısmi ve kontrollü bir demokratikleşme sürecinde tesis edilmişti. Halka istedikleri siyasi partilere oy verme hakkı tanınmış ama milli irade oligarşik elitin denetimine bırakılmıştı. Mısır’da ise demokratikleşme bir halk devriminin kazanımı olarak ortaya çıktı. Halkın kazanımlarını geri almaya yönelik bir girişimin başarı şansı olamaz. Tahrir Meydanı orada durdukça böyle bir modeli halka kabul ettiremezler. Bunun için Türkiye modelinden vazgeçip Cezayir modeline yönelmeleri gerekir ki dünyanın bugünkü şartlarında bunu yapabilmeleri de çok zor. İkincisi Mısır’ın binlerce yıla uzanan devlet tecrübesi de böyle bir hataya izin vermez.

Masanın karşı tarafındakilerin, yani seçimi kazanan İhvan ve müttefiklerinin hangi yola yöneleceği ise açık. Onlar da Türkiye modelini seçme eğilimindeler. Baksanıza, Mursi bugünlerde tıpkı 1995’te Erbakan’ın, 2002’de Erdoğan’ın yaptıkları gibi kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyor. Demokratikleşme sürecinin uzun ince bir yol olduğunu biliyor.