Mâzîsine küskün, târihiyle mahkemelik, benliğiyle kavgalı...

Son zamanlarda dikkatimiz ister istemez Sûriye üzerinde yoğunlaşdı.

Bu vesîleyle Sûriye konusunda ne kadar bilgisiz, çünki ilgisiz olduğumuz da ortaya çıkdı.

Aynı durumu daha önce Irak dolayısıyla da farketmişdik.

Asırlardır aynı devlet çatısı altında iç içe yaşadığımız bu ülkelere, aradan iki nesil geçmeksizin daha 1950’lerde bile böylesine ışık yılları mesâfesinde uzak düşmemizin sebebi sır değildir:

Biz mâzîsine küskün, târihiyle mahkemelik ve benliğiyle kavgalı bir milletiz!

Yoksa bu kopukluğu ve yabancılaşmayı yaşamazdık.

Biz Batı’nın modernliğini ve gelişkinliğini benimsemek, bunu sâhiblenmek yerine Batı’nın yanaşmalığını tercîh etdiğimiz için ne Îsâ’ya ne Mûsâ’ya yaranabilmek dedikleri duruma düşdük. İki câmi arasında bînamaz kaldık.

Sandık ki dokuzyüz yıllık alfabemizi terkedip Latin temelli bir alfabe benimsersek çağdaş olacağız.

Sanki Japonlar, Çinliler, Koreliler alfabelerini terkederek 20. Yüzyıl’ı yakalamışlar gibi!

Ve sanki Bolivya, Küba, Ekvador, Arnavutluk, Makedonya Latin harfleri kullandıkları için bizden ilerilermiş gibi!

Bu öyle keskin bir kopuşdu ki artık büyükannelerimizle büyükbabalarımızın mezar taşlarını okuyamaz olmuşduk ama ne gam! Artık “Avrupalı” olmuşduk ya!

Çünki Kiril Alfabesini kullanan Ruslar, Sırplar, Bulgarlar, Ukranlar filan Avrupalı değildi!

Yüce Önder Atatürk, o şâyân-ı hayret ileri görüşlülüğüne hep hayrân olduğumuz Büyük Devlet Adamı bunu hesablayamamış mıydı ki?

Yoksa hesablayarak kasden mi yapdı?

İşte cevâbını aslâ alamayacağımız suallerden biri daha!

Ama eğer bilerek yapdıysa çok şey bir şey şeyetmiş demekdir...

Asıl konumuza dönecek olursak bizim böyle ne şap ne şeker, Türkçesi ne idüğü belirsiz bir kitle hâline gelmemize anlaşılan Târih Baba da râzı değil ki ensemize şaplağı indire indire bizleri o aynanın, Âyine-i Devrân denen o kaçınılmaz sahnenin önüne sürükleyerek kulağımıza fısıldıyor:

“Ya bak ve gör ya da cehennem ol git!”

Ne demiş Şâir:

“Ne işdi, Yârabbî, ne işdi?

Düşe kalka firâr ederken istikbâle

Mâzîm ansızın arkadan yetişdi.”

NOT: “Sûriye Pilavı” başlıklı yazımda güney komşumuzun silahlı kuvvetlerine dâir verdiğim bilgiler bâzı okuyucularım tarafından doğru bulunmadı.

Buna göre bu kuvvetleri şöyle sıralamam gerekiyormuş:

1 - Resmî Sûriye Ordusu: Üst komuta kademesi büyük ölçüde Nuseyrî, orta ve alt kademedeki Sünnîler hızla çözülerek Hür SûriyeOrdusu’na katılıyor...

2 - Hür Sûriye Ordusu: Baas karşıtı ve hemen tamâmı Sünnîlerden oluşan bir silahlı güç ki Türkiye, Katar ve Suûdî Arabistan tarafından destekleniyor...

3 - Şebbiha: Baas yanlısı gayrı nizâmî birlikler, çoğunluğu Nuseyrî, dehşet verici zulüm ve işkenceleri halka revâ görenlerin bunlar olduğu söyleniyor...

Aslında ben de yazımda aşağı yukarı aynı şeyleri belirttiğimi sanıyordum ama anlaşılan merâmımı iyi ifâde edememişim. Y.A.