NATO’nun Suriye kararı Türk diplomasi zaferidir

Türk jetinin vurulmasıyla pik yapan Suriye gerilimi, geçen hafta itibariyle siyasi bir sorundan askeri bir duruma, NATO’nun devreye girmesiyle de Türkiye ile sınırlı bir krizden uluslar arası bir mesele haline dönüştü. Cenevre’de yapılan zirvede katılımcı ülkeler, Suriye’de barışın bir an önce tesis edilmesi için geçiş hükümetinin kurulmasında anlaştı.

 

Gelişmelerin nereye doğru evrildiğini, ne anlama geldiğini Yıldız Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney ile konuştuk. Güney, NATO ve AB gibi uluslararası örgütlerle ilgili temel güvenlik sorunları ve nükleer stratejilerin yanı sıra Türk dış ve güvenlik politikasının gidişatını ilgilendiren bölgesel ve küresel konular üzerine çalışıyor.

***

Mevzu başka bir noktaya taşınmakta ama Türk uçağının Suriye tarafından vurulması hadisesinin en başına dönerek sormak istiyorum yine de. Orada hala netleşmeyen bir şeyler olduğu ve bugünü de açıklayacağı için: Türkiye askeri ekonomik ve siyasi olarak güçlü bir ülke. Esed Suriye’sinin durumu ise malum. Hal böyleyken ve Suriye, Türk uçağını vurmanın sonuçlarını bilecek durumdayken bu olay neden ve nasıl oldu sizce? Vurma kararı anlık askeri bir karar mıdır yoksa masa başında çalışılmış hesaplanmış siyasi bir karar mı?

Suriye yaptığı açıklamalarda çelişkili ifadeler kullandı. Benim sezgim bunun siyasi bir karar olduğu yönünde. Uygulama neticesinde askeri bir karar halini aldı. Orada da şöyle ilginç bir durum var: Suriye ile Türkiye’nin askeri konumları arasında muazzam bir açık var. Bu sadece NATO üyesi olmakla ilgili değil. Türkiye’nin askeri kuvvet yapısı çok büyük ve böylesi bir harekette bulunmak Suriye açısından ateşle oynamak gibi. Nedenle böyle davranmış olabilir sorunuza cevabım şu: 1) Bu, Esad için bir rejim güvenliği meselesi. Mücadelesinde kendine göre haklı ve sıkışmış durumda. Rejiminin güvenliğinin sorgulandığını hissediyor ve rejimi sürdürme pahasına kendi halkına zulmediyor. Ama bu tür ülkelerde bu hep olur. Uluslararası ilişkilerde biz buna “üçüncü dünya güvenliği” diyoruz. Saddam Hüseyin’inde de gördük benzerlerini Kaddafi’de de. Bu liderler rasyonel değil irrasyonel davranabiliyorlar. “İrrasyonelliğin rasyonelliği”. Kendi güvenliğini tehdit altında hissettiği an her türlü çılgınlığı yapabiliyorlar. Kitle imha silahı kullanmak gibi, Türk uçağını vurmak gibi.

KENDİNİ SIKIŞMIŞ HİSSEDİYORDU

O zaman ekstra tehlikeli bir muhatap psikolojisiyle karşı karşıyayız?

İlla Esed üzerinden düşünmemek lazım. O ya da başka bir otokratik lider için bu olasılık hep var. Bu sadece Türkiye’ye yönelik de değil. Bu tür liderler ABD ya da Türkiye gibi muazzam bir askeri yapılanmaya karşı bunu dengelemek için, bunun karşılığında asimetrik güç biriktirmeye yöneliyorlar. Kitle imha silahları, bunları gönderme biçimleri, İsrail’in hava kuvvetlerine karşılık uçaksavar füze edinmesi, bunların Rusya yardımıyla alınması gibi. “Varoluşsal caydırıcılık” deniyor buna uluslar arası ilişkilerde. Esed açısından durum şöyle: Birincisi, Esed kendini sıkışmış hissediyordu, hem kendi iç kamuoyuna mesaj vermek, yanındaki koalisyonu oluşturan çıkar grubunu, yüksek rütbeli ordu mensuplarını bir arada tutmak, içerde birliği sağlamak istedi. İkincisi, dışarıya, uluslar arası sistemdeki aktörlere mesaj vermek istedi. “Ben Libya gibi, Irak gibi değilim. O kadar kolay müdahale edemezsiniz buraya. Çok güçlü değilse de ciddi bir ordum var, sonuna kadar de direneceğim” dedi.

JETİ VURMA KARARI SADECE SURİYE’NİN

Suriye’nin bu denklemde asıl güvendiği Rusya kartı, değil mi?

En kilit nokta Rusya ile olan ilişkileri. Rusya olmasa böyle davranamaz. İktisadi askeri jeopolitik unsurlar açısından müthiş bir ilişki söz konusu ikisi arasında.

Peki, Türk jetini Rusya’nın bilgisi dâhilinde mi vurmuştur Suriye?

Bunu bilebilmemiz mümkün değil ama pek sanmıyorum. Ben Suriye’nin Türk jetini daha ziyade kendi iradesiyle vurduğunu düşünüyorum. Esed rejimi hem dışarıyı etkilemek hem içerde yandaşlarını yanında tutmak için yaptı bunu.

BİR BENZERİ BİR DAHA ASLA OLMAZ

İşin bu noktaya geleceğini de hesaplamıştır o halde?

Bunun limitlerini de biliyordu elbette. Olaydan sonra tansiyonu düşürmeye çalıştı. NATO’dan yapılan 4. madde açıklamasından sonra “Şu anda ciddi biçimde savaş halindeyiz” demesi alınan kararın taşıdığı mesajın yerini bulduğunun ifadesidir. Rasmussen’in “güvenliğin bölünmezliği prensibi geçerlidir” demesi çok önemliydi. “Bir müttefikin –Türkiye’nin- güvenliğinin tehdit altında olduğu tespit edilmiştir ve müttefikimizin güvenlik sorunu tüm üyelerin, 28 ülkenin güvenlik sorunudur” dediğiniz anda NATO nükleer caydırıcılığından söz ediyorsunuz demektir. Onun karşısında durmak kolay değildir.

28 NATO ÜLKESİ TÜRKİYE’NİN YANINDA

NATO açıklamasının ardından Suriye’nin benzer bir saldırıda bulunma ihtimali hala var mı peki?

Bu soru, Rasmussen’e de yöneltildi, “bir daha olmayacak” dedi.

Nasıl bu kadar emin olunabilir?   

Hiçbir zaman tam emin olmazsınız ama bu, NATO’nun caydırıcılık prensibinin güvenilir olarak işlemesinin işaretidir. Sadece Suriye için de değil, Ortadoğu’da bu tür olaylara karşı verilen genel bir uyarıdır aynı zamanda. Türkiye bunu 2003 senesinde ABD’nin tek taraflı Irak müdahalesinde denedi. Kendisinin tehdit altında olduğu yönünde müttefiklerine başvurdu, bunun için çalıştı ama başaramadı, 4. maddeyi çalıştırmakta zorlandı. Belçika, Fransa, Almanya gibi ülkeler Türkiye’nin tehdit altında olduğu fikrini kabul etmediler. En sonunda Patriot füzeleri getirildi ama epey zorlanıldı. Bu madde ilk kez işletiliyor. Sıradan bir şey gibi algılanıyor ama bence bu Türk diplomasisinin de zaferi.

 

 

 

TÜRK DIŞİŞLERİNİN ZAFERİ

 

 

 

Ama Suriye hala ve ısrarla, Türkiye’nin tezinin aksine bir tez savunuyor ve kendisinin tehdit ve saldırı altında bulunduğunu iddia ediyor?  

 

 

 

Ama NATO’dan böyle bir karar çıktığına göre demek ki NATO’daki müttefiklere sunulan teknik ve hukuki açıdan veriler onları ikna etti. 28 üye ülke birden bunu kabul etti. Ayrıca Doğu Akdeniz’de radarları, uyduları olan ülkeler var, İngiltere tarafından, Rusya tarafından gözetlenen stratejik bir bölge burası. Demek ki başka kaynaklara gidip ayrıca araştırma yapma ihtiyacı duyulmadı. Ve Türkiye’nin tezleri verileri doğrudan kabul edildi, 4. maddenin işletilmesi kararı çıktı. 4. maddeden olmak üzere “Türkiye’nin toprak bütünlüğüne, bağımsızlığına ve güvenliğine yönelik tehdit vardır” dendi ve bu kabul gördü. Bunun akabinde Başbakan açıklama yaptı ve “Suriye direkt askeri tehdittir. 5. maddeyle ilgili hakkımız meşrudur” dedi. Gerekirse Türkiye kendi iradesi doğrultusunda buna cevap verilecek denildi. Ve en önemlisi de “gerektiğinde BM ve NATO kararlarından bağımsız olarak hakkını kullanabilecektir” denildi. Bunlar çok önemli şeyler. Ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin angajman kurallarının değiştirilmesi de. Hepsi birbiriyle bağlantılı.

 

 

 

Bu durumda Suriye’nin tezleri inandırıcılıktan uzak bulunmuş çürütülmüş oluyor değil mi?

 

 

 

Avrupa Atlantik dünyası için öyle. Rusya ve Çin’in bu konuda ne dediğini duymadık ama mesela Arap Birliği ve Avrupa Birliği’nde Türkiye’nin verilerinin tezlerinin genel kabul gördüğünü görüyoruz. Suriye’de bir ulusal birlik hükümeti kurmak için, Annan Planı’nın işletilmesi için Cenevre’de Rusya Çin, ABD, Fransa, Türkiye, Kuveyt ve Katar’ın bir araya gelmesi çok önemli. Olay Türkiye-Suriye ikili özelinden çıktı, uluslararasılaştırıldı, bunu Türkiye başardı ve askeri tedbirler dahil yapılabilecek her şey yapıldı, bütün tedbirler alındı. NATO çerçevesinde yapıldı, Türkiye kendi özelinde yaptı, her şey yapıldı bitti diye düşünüyorum.

 

Türkiye zaten savaş dışı seçeneklere öncelik vereceğini, Esat rejimi gidene kadar muhalefete destek vereceğinin, bu yönde diplomasinin araçlarını kullanacağının altını çizdi. Bu toplantıya katılıyor olması çok önemli.

 

 

 

RUSYA DA REFORM İSTİYOR

 

 

 

Rusya’nın tutumu ne olur?

 

 

 

Rusya’nın da Esatsız bir gelecek dememekle birlikte, her ne kadar Esed’siz bir oluşuma ve dışarıdan yapılacak bir müdahaleye halihazırda karşı olmasını bildirmesine rağmen yine de Suriye’de yeni oluşturulması planlanan yeni ulusal hükümetin yol haritasının çizilmesinin planlandığı ve özellikle de şiddettin biran evvel durdurulması için düzenlenecek bu toplantıya katılması çok önemlidir. Rusya Esad’dan vazgeçmemiş görünmekle birlikte, Suriye’de reform konusuna karşı olmadığını ancak bir yönetim değişikliği olacaksa bunun bizzat içeriden ve Suriye halkının kendisinden gelmesi gerektiğini vurgulaması önemlidir. Bu Rusya’nın Orta Doğu genelinde ve Suriye özelinde de hakim olan Arap sokaklarının demokrasi yönündeki taleplerine daha uzun bir süre karşı duran bir ülke konumunda izlenim vermek istememesindendir. Burada, Rusya’nın esas kaygısı Libya modeli bir müdahalenin bir daha asla tekrarlanmamasıdır.

 

 

 

İRAN VE ARABİSTAN’IN YOKLUĞU MANİDAR

 

 

 

Temas grubundan nasıl bir sonuç çıkmasını ummalıyız?

 

 

 

Hemen yarın Rusya ile anlaşmak da, yöntemi işletmek de mümkün değil elbette. Ama hem muhalefet hem de şuandaki yönetim üzerinde tarafların etkili olabileceği ülkelerin buraya seçilmiş olması çok önemli. Rusya İran’ın bu gruba dahil edilmemiş olmasına itiraz etmiştir, ama bunun sebebi geçiş süresinde Suriye’deki farklı karşıt etnik ve mezhepsel gruplar arasındaki karşıtlığı körükleyebilecek ülkelerden ziyade-bir İran ve Suudi Arabistan gibi- buraya daha çok tarafsız ama ulusal birlik hükümeti oluşumunda taraflar üstünde etkili olabilecek bölgesel ve bölge dışı önemli aktörlerin davet edilmesinin tercih edilmiş olmasıdır.

 

 

 

Türkiye’nin temas grubundaki varlığının anlamı ne?

 

 

 

Kimin kim üzerinde etkisi varsa, buna göre seçiliyor temas grubu. Türkiye’nin “muhalefeti destekleyeceğim” sözünden yürürsek demek ki Suriye muhalefeti üzerinde bir etkisi var ki gruba alınmış. Mesela Rusya “her şeye rağmen Esad’ı desteklerim” demiyor, “rejim değişikliğine karşıyım. Bir geçiş dönemi olacaksa buna Suriye halkının kendisi, kendi demokratik refleksleriyle karar vermeli” diyor. Bu bile Rusya’nın kendisini konumlandırmasında bir değişiklik olduğunun göstergesi. Çünkü Annan Planı’nın 6. maddesini kabul etmesi nüans farkıyla da olsa bir anlamda uluslar arası toplumda hareket etmek üzere bir işaret vermesi ve “pazarlığa yakınım” demek. Bugün Cenevre yapılan temas grubu toplantısı sonrası gelinen nokta; Rusya’nın Suriye’nin geleceği ile ilgili olarak bazı temel itirazlarının arkasında durmuş olmasına rağmen Moskova’nın bu pazarlıkta artık belirli bir noktaya gelmiş olmasıdır. Bunu, tarafların görüşmeleri sadece şiddetin sonlandırılmasıyla sınırlandırmayıp toplantının sonuç bildirisinde geçiş sürecine yönelik kapsamlı bir perspektifi ele almış olmalarından görüyoruz.

 

 

 

ESED RUSYA İÇİN PAZARLIK UNSURU

 

 

 

Nasıl bir pazarlıktan bahsediyoruz?

 

 

 

Rusya soğuk savaş döneminde bu bölgede etkiliydi. Kendine yandaş ülkeler üzerinden Batı’ya karşı ideolojik bir mücadele sürdürüyordu. Soğuk savaştan sonra epey zemin kaybetti. Jeopolitik açıdan son kale Suriye’ydi. Orada bir üssü var ve yeni şekillenen Ortadoğu’da var olmak istiyor. Herkes bunu sadece jeopolitik kaygıyla yaptığını sanıyor ama hayır. Bugünün dünyası küresel bir dünya artık, iktisadi açıdan da Ortadoğu’da kendine yer aramak istiyor. Bu da çok doğal. Arap Baharı her ülkede farklı cereyan ediyor ama geçiş döneminden sonra bu ülkeler için yeniden inşa dönemi başlayacak. Bu halkların iktisadi taleplerinin karşılanması gerekecek. En basitinden inşaat sektörü canlanacak. Türkiye belki Libya’da Suriye’de kaybetti ama başka alanlar açılacak. Amerika ile Türkiye’nin ortaklık yapması söz konusu bu alanda Türkiye’nin de epey deneyimi var özellikle Kuzey Afrika ve Rusya coğrafyasında. Dolayısıyla bu yeni dönemde fırsatlar da var riskler de. Bununla ilgili olarak Türkiye nasıl yapıyorsa Rusya da kendi hesabını yapıyor. Amerika Rusya’nın bu taleplerine çok karşı durmuyor. Rusya zaten bu tür mevzularda önce epey geriyor süreci. Ama bir noktadan sonra pragmatik davranıp anlaşabiliyor. Ama bu “Rusya Esat’tan hemen vazgeçecek” anlamına da gelmiyor. Çünkü Esat da onun için bir pazarlık unsuru aslında.

 

 

 

TÜRKİYE’NİN BÖLGE SİYASETİ İSTİKRARLI

 

 

 

Türkiye Suriye ilişkisi Arap Baharına kadar çok iyiydi ama hava hızla bozdu. Ve Türkiye başından itibaren Esed’e halkının meşru taleplerini karşılamasını tavsiye etti. Bugün ise Türkiye, Suriye için “askeri tehdit”, Suriye ise Türkiye için “savaş halindeyiz” diyor… ne oldu da bu hızda oldu bu böyle?

 

 

 

Türkiye en başından itibaren demokratik reform yönünde uyarılarda bulunmuştu. Daha da geriye gidersek ta 2000’li yıllarda Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bu yönde bir açıklaması olmuştu. Gül, ta o zamanlar bile –ki o yönetimler otokratik yönetimlerdi- bütün bu yönetimlere ve liderlere halklarının demokrasi yönündeki taleplerini göz ardı etmemeleri gerektiği yönünde uyarıları, tavsiyeleri olmuştu. Türkiye aslında halklar nezdinde çok önceden bu uyarıları yaptı. Bu çok önemli çünkü çok haksız eleştiriler oluyor, Türkiye böyle davranıyordu şimdi şöyle davranıyor diye. Halbuki hiçbir değişiklik yok. Dün de bugün de Türkiye halkı ile Suriye halkı arasında hiçbir sorunun olmadığı ve Türkiye’nin Suriye halkının yanında olduğu ifade ediliyor. Türkiye bu alttan gelen halk taleplerine göre kendini yeniden konumlandırdı ama söylemini değiştirmedi. Bu uyarıları o zaman o yönetimlere de yapmıştı. Olması gereken de bu. Bu konunun bir iktidar-muhalefet tartışması olarak da görmüyorum. Türkiye’nin 80 yıllık demokrasi geleneği içinde aksi bir tutum içine girmesi, bu bölge halklarının demokrasi taleplerinin yanında yer almasından daha doğal ne olabilir ki.

 

 

 

SIFIR SORUN POLİTİKASI BAŞARIYLA SÜRÜYOR

 

 

 

Halbuki Türkiye’nin sıfır sorun politikasının çöktüğü, ülkenin önce Mavi Marmara sonra jetimizin düşürülmesi olaylarıyla “karizmayı çizdirdiği” eleştirileri yapılıyor ama?

 

 

 

Ben buna hiç katılmıyorum. Sayın Dışişleri Bakanımız Davutoğlu’nun bu politikaya sürdürmekte epey etkisi oldu, bunu göz ardı edemeyiz ama soğuk savaş sonrası son iki on yıla bakarsak Türkiye’nin potansiyelinde müthiş bir ilerleme olduğunu kaydetmemiz gerekir. Bir bölgede etkili olabilmeniz için iktisadi olarak, demokratik olarak ilerlemeniz gerekir. Ayrıca soğuk savaş sonrasında bölgesel güvenlik bağlamında da bir değişiklik oldu. Bu bölge eskiden ideolojik karşıtlık altında bir anlam ifade ederken, buna uluslar arası ilişkiler alanında süper güçlerin etkisi dediğimiz etki ortadan biraz da olsa kalkınca bölge ülkeleri de bölge için ayrı bir anlam ifade etmeye başladı. Ve bu ülkeler kendilerini daha kolay ve açık bir biçimde ifade eder oldular. Bu imkân doğunca Türkiye de yakınındaki komşularıyla iyi ilişkiler kurmak istedi. İki nedenle oldu bu. Hem sistemdeki değişim ve bunun bölgeye yansımasıyla hem Türkiye’nin kendi dönüşümüyle oluştu. Ta 1980’lerde başlayan iktisadi reform sürecinin sonunda bölgenizde bazı şeyleri etkileyebileceğiniz noktaya geldiniz. Bu bağlamda komşularla sıfır sorun politikası da işlerlik kazandı. Ve Türkiye işbirliğine yönelik güvenlik politikaları uyguladı. Bunu bir tek Türkiye de uygulamıyor. Mesela AB, Birlik dışındaki yakın komşularıyla benzer ikili komşuluk ilişkileri geliştiriyor. Buna AB’nin yeni komşuluk politikası deniyor.

 

Aynı şeyi Hindistan Körfez’de yapıyor. Çünkü sınırlar aşılabildi, ticari gidiş gelişler arttı, fikirler sınırları aşmaya başladı. Bunun sonucunda Türkiye bir barış alanı oluşturmak istedi. Bundan sadece Türkiye değil bugün çatışma noktasına geldiğimiz Suriye’nin halkı da faydalanıyordu. Moral anlamda da birbirimizi tanımaya başladık. Eskiden Arap dünyasına da böyle bir ilgi alaka yoktu.

 

 

 

Ne Şam’ın şekeri ne Arap’ın yüzü denirdi…

 

 

 

Onların da bize yönelik geçmişten gelen bir takım önyargıları vardı. Bu yavaş yavaş açılıyordu, çok da iyi gidiyordu. Ama ansızın geçen sene Arap Baharı patladı. Bunu kimse beklemiyordu, ABD bile. Ve o da hemen konum değiştirdi, halkların yanında yer aldı. Zaten onun eskiden beri bu bölgede demokrasinin yaygınlaştırılması politikası vardı.

 

 

 

ZORLA DEĞİL RIZAYLA DEMOKRASİ

 

 

 

Zorla da olsa…

 

 

 

O zaman zorla da olsa idi. Şimdi alttan gelen talepler sonrasında o da pozisyon değiştirdi, halkların yanında yer aldı. Buna İkenberry ABD’nin gizli büyük stratejisi diyor. Eskiden Washington bu demokrasiyi yayma stratejisini tepeden uygulamak istemişti, ancak bu tutmadı bugün ise bu talep alttan geliyor ve ABD’de doğal olarak bunu yeni bir fırsat olarak görüyor ve değerlendirmek istiyor. Bu bağlamda, bölgede yeni bir işbirliği imkanı doğdu. Bugün, Türkiye Arap Baharı sonrası Suriye’den kendisine yönelik göç sorunu gibi hem yumuşak güvenlik sorunu hem de bugünkü jet krizi gibi sert güvenlik sorunlarıyla karşı karşıya kaldı. Böyle olunca, sınırlarınıza zulümden kaçan insanlar yığılıyorsa ne yapacaksınız sınırlarınızı mı kapatacaksınız? Ki Türkiye hep kucak açmıştır zorda kalanlara. Bugün zaman zaman sert güç olmak zorunda kaldıysa bile bu bölgenin dinamikleri yüzündendir. Burası maalesef ki genelde çatışma üreten bir bölge. Bütün bölgeyi sarsan bir diğer gelişme de 2003 Irak müdahalesiydi çünkü bu müdahaleyle tepeden Ortadoğu bölgesi için Irak özelinde yeni demokratik bir model oluşturulmak istendi. Bugün yaşananların hepsi o müdahaleyle başladı. Cin kutudan bir kez çıktı ve müdahalenin sarsıcı tüm etkileri eski ve yeni güvenlik sorunları bağlamında Irak özelinde ve ötesinde hala hissediliyor.

 

 

 

TÜM SURİYELİLERİ BULUŞTURMAK GEREKİYOR

 

 

 

Bölgede Arap baharı yaşandı yaşanıyor ama evveli olsa da Irak müdahalesiyle başlayan o sürecin getirdiği noktada bölge o kadar çok fay hattına sahip ki. Irak’ın bölünmesi ihtimali giderek güçleniyor. Suriye dahil bölge ülkelerinde etnik ve mezhepsel farklılıklar arttı, siyasallaştı. Bu resim pek umut da vermiyor gibi?

 

 

 

Ben o kadar umutsuz değilim. Demokrasi sadece seçim yapmak değil, öyle olsaydı Kaddafi de Esed de yapıyordu. Mühim olan bu mezhepsel etnik bölünmeleri bertaraf edebilmek. O yüzden oluşturulacak geçiş hükümetinin çeşitli çoğulcu yapıda olması çok önemli. Bir taraf mesela Suriye Ulusal Konseyini daha Sünni olarak algılıyor. Halbuki oradaki tema tüm mezhepleri etnik unsurları kapsayacak bir muhalefet oluşturmak. Bunu yaptığınızda bir Hıristiyan’ın ya da diğer azınlıkların sırf Esed rejimi seküler görünüyor diye bir otokratın yanında yer almasını da engellemiş olursunuz. Böylece Esed’in yanındaki o statükocu grup da çözülür. Mühim olan tüm Suriyelileri kapsayan bir yönetim biçimini oluşturabilmek.

 

 

 

ARAP SOKAKLARI NE DERSE O

 

 

 

Cenevre toplantısı bunu başarabilecek mi?

 

 

 

Bu sadece Suriyelilerin elinde değil. Bu mücadeleyi sürdüren gruplar arasındaki iletişimin nasıl kotarılacağına bağlı. Bunun üzerinden nemalanmak isteyen bazı güçlerin de bertaraf edilmesine bağlı. Küresel güçlerin de bölgeye yönelik yeni dizaynları için bunu kullanmamaları gerekir. Herkesin aklıselim noktasına gelmesi gerekiyor neticede. Ayrıca buradaki başarısızlık sadece bölge ülkelerini olumsuz etkilemez, küresel dünyada herkes etkilenir bundan. O yüzden Cenevre’deki temas grubu toplantısı çok önemli. Kolay olmayacak, Suriyeliler büyük bir dram yaşıyorlar ama bir noktaya da gelinecek. Rusya’nın ikna edilmesiyle bunun da aşılacağını düşünüyorum.

 

 

 

Bölgede etkili iki ülke olan İran ve Suudi Arabistan’ın temas grubunda olmamasını neye yoralım?

 

 

 

Etnik ve mezhepsel mücadelenin aşılması için çabalanacağına yoralım. İki ülkenin olmaması oradaki mücadeleyi belli bir hat üzerinden germeme politikasını gösteriyor, bu da iyi bir şey. Ne kadarı yapılabilir? Bosna-Hersek örneğinde Avrupa’nın ortasında bile hiç kolay olmamıştı, Ortadoğu’da da kolay olmayacak. Ama Ortadoğu’da artık yeni bir oyuncu var; Arap sokakları, halklar. Bunu kimse göz ardı edemeyecek. Artık Suudi Arabistan da bile reformlar tepeden yapılıyor. Ortadoğu artık eski Ortadoğu olmayacak. Bu rüzgârın önünde kimsenin duracağını sanmıyorum.

 

 

 

ESED OYUNDAN ÇIKACAKTIR

 

 

 

Suriye konusunda Batının ve Rusya’nın analaşması, birkaç yıl daha Suriye halkını Esed’in ellerine bırakma anlamına gelir mi?

 

                                                                                                          

 

Yeter ki, Rusya ve Batı geçiş döneminde ulusal birlik hükümetinin Suriye’deki tüm tarafları etnik ve mezhepsel olarak yansıtacak şekilde oluşmasına razı olsunlar o takdirde Suriye halklarının demokrasi ile ilgili talepleri zaman içinde meşruiyet kazanacağından demokratik bir Suriye’ye itirazları olanların-Esed gibi- bir müddet sonra oyundan düşeceğini düşünüyorum. Zira tüm Ortadoğu’da olduğu gibi bir gün Suriye’de kendi halkının reform istekleri doğrultusunda sancılı bir süreçten sonra gereken değişim için zorunlu adımları atmayı başaracaktır. 

 

 

 

TANAP TÜRKİYE’NİN BAŞARISI

 

 

 

Yenidünyada enerji savaşları, paylaşımları yine çok belirleyici bir role sahip ve Şah Deniz gazı artık Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınacak. TANAP imzalandı. Fakat imza aşamasına gelene kadar geçen süreçte de devletlerin kendi aralarında kıyasıya bir yarışı oldu, bununla ilgili de çok sayıda senaryo üretildi. Türkiye’nin jet kriziyle içine girdiği şu sürecin bu enerji transferiyle bir ilgisini kuruyor musunuz?

 

 

 

Ben o kadar komplocu bakmıyorum bu olaya. Bence TANAP konusu çok önemli ve Türkiye’nin büyük bir başarısı ama iki olayın zaman çakışmasına bakıp komplo teorisi üretmek de doğru değil. Zaten olayın bu kadar basit olacağını da sanmıyorum. Ama TANAP meselesi kesinlikle çok önemli. Gazı, uluslar arası kartellere ve bazı ülkelere, özelikle Rusya ve bazı Avrupalı ülkelere rağmen Türkiye üzerinden geçirmek çok önemli. Artı, enerji bağımlısı ve ağırlıklı olarak Rusya ve İran’dan doğalgaz alan bir ülke olan Türkiye açısından enerji temininin çeşitlendirmesi bakımından da TANAP’ın önemi büyük. Daha da önemlisi Türk-Azeri ilişkilerinin çok daha sağlam ve başka işbirliklerine de kapı aralayan bir düzleme taşınması.