Ne barış, ne de gerçek bir savaş

Suriye Türk jetine ‘düşman’ bir ülke uçağı gibi davrandı ve düşürdü. Başbakan Erdoğan’ın konuşmasında netleştiği üzere Türkiye de bundan sonra Suriye’yi ‘düşman ülke’ olarak tanımlayacak ve buna göre davranacak.

Beklediğimiz üzere NATO ve AB Türkiye’yi haklı buluyor, ancak her ikisi de olaya askeri açıdan müdahil olmak istemiyor. BM’den ise Rusya ve Çin’e rağmen ciddi bir kararın çıkmayacağı açık...

Türkiye Suriye ile savaşa girmek istemediğini açıkladı, ancak olaylar Türkiye’yi savaşa değilse de savaşla barış arasında bir yerlere sürüklüyor. Sınırda yaşanan askeri hareketlilik ve Başbakan Erdoğan’ın konuşmasına kodlanan mesajlar bunun açık kanıtı. Tüm bu veriler ışığında Suriye’nin en korunmasız yanını oluşturan muhalifler özel bir anlam kazanıyor.

Suriyeli muhaliflerin başından beri en önemli sorunu dağınık olmaları. Diğer bir sorun ise ordu ile baş edecek ağır silahlara sahip olmamaları. Dağınıklar, çünkü Esed rejimi onlarca yıldır üç kişinin bir araya gelmesine dahi müsaade etmedi. Ülkede sivil toplumun kurumsallaşması mümkün olamadı. Muhaliflerin her iki sorununu da ancak dışarıdaki dostları, yani Batı, dost Arap ülkeleri ve Türkiye çözebilir. Ne var ki özellikle ABD her iki konuda da kararsız kaldı. Cumhuriyetçilerin hoyratlığına karşın Obama yönetimi diğer pek çok konuda olduğu gibi Suriye’de de temkinli davranmayı tercih etti. Özellikle Suriyeli muhaliflere verilecek anti-tank ve diğer sofistike silahların El Kaide benzeri örgütlerin eline geçmesi, daha da önemlisi Lübnan üzerinden İsrail’e karşı kullanılması tehlikesi Amerikalıları yavaşlattı. Suriye’deki Hristiyan azınlıkların da muhaliflerin desteklenmesine karşı çıkması Batı desteğini hepten zora soktu. Ancak son 1-1,5 aydır yaşanan hareketlilik ABD’nin tavrında önemli değişiklikler olduğunu gösteriyor.

Kuzey hareketlendi

Son dönemde ülkenin kuzey bölgelerinde muhalefetteki dağınıklık ortadan kalkıyor ve muhaliflerin elinde çok daha etkili silahlar görünmeye başlıyor. Eğer bunlara tanklara ve uçaklara karşı kullanılabilecek etkili silahlar da eklenebilirse askeri dengenin çok kısa bir sürede değişebileceği söylenebilir. Esed ordularının dağınık ve neredeyse av tüfekleriyle savaşan muhalifler karşısında bile zorlandığı düşünülecek olur ise silah nakliyatındaki küçük artışların bile dengeleri alt üst edebileceği aşikârdır.

Türk jetinin düşürülmesi muhaliflerin Türkiye sınırından silah ve mühimmat temin etmelerini kolaylaştıracaktır. Sınır tam 877 km uzunluğunda. Eğer sıkı bir koruma olmaz ise böylesine uzun bir sınırdan kaçakçılık kolaylaşır. Nitekim 1980ler ve 90’lar boyunca PKK teröristleri Suriye güvenlik güçleri görmezden geldiği için (hatta yardım ettiği için) sınırları ellerini kollarını sallayarak kolayca geçmişlerdi. Türk güvenlik güçleri bu konularda Suriye kadar pervasız olamaz, ancak Türkiye’nin kendisine ‘düşmanca’ davranan bir ülke için yapabileceği herhangi bir fedakârlığın kalmadığı da ortadadır. Dolayısıyla bundan sonra Suriye’nin kuzey bölgesinde ve Şam’da daha etkili silahlı saldırıları beklemek şaşırtıcı olmasa gerektir.

Gayri-resmî savaş

Tüm bunları söylerken Suriye rejiminin ve dostları olan devletlerin PKK ve benzeri yapıları Türkiye içinde destekleyecekleri de açıktır. Zaten son bir yıldır Türkiye içindeki gelişmelerden bağımsız olarak tırmanan PKK terörünün temel sebebi de bu devletlerin teşviki ve desteğidir. Türkiye başta büyük şehirler olmak üzere, Tunceli ve çevresinde ve klasik terör mağduru bölgelerde askeri önlemlerini arttırmak zorundadır. Barış görüşmeleri veya başka bir gerekçeyle gösterilecek en ufak bir ciddiyetsizliğin bedeli çok ağır olacaktır.

Sözün özü Türkiye ile Suriye resmen savaşta değiller ama ortada adı konulmamış bir savaşın varlığı da inkâr edilemez bir hakikat...