Nerden geçtik şu ulus devlet aşamasına

Basit bir ameliyat geçirdiğinizde dahi günlerce kendinize gelemiyorsunuz. Koskoca bir imparatorluğun parçalara ayrılmasıyla sonuçlanan bir siyasi ameliyatın da etkileri öyle kolayca geçmeyecektir elbette.

Bizim bugün yaşamakta olduğumuz problemlerin büyük çoğunda imparatorluğumuzun dağılmasının yol açtığı büyük travmanın izleri var. En başta “kimlik” meselesi. İmparatorluklar çağında belirleyici olan önce dinî kimliğiniz sonra da etnik aidiyetinizdi. Devlet katında birincisi önemliydi. Kimlerin askere gidip gitmeyeceğinden kimlerin ne kadar vergi vereceğine kadar devleti ilgilendiren konularda başlıca kriter hangi dinî cemaatin mensubu olduğunuzdu. Toplumsal hayatta ise etnik kimlik önemliydi. Çünkü sizin farklılığını, renginizi gösteren “özel” kimliğiniz oydu.

İmparatorluklar çağının ardından ulus devletler çağı geldi. Bazılarının sandığının aksine ulus devlet demek etnik devlet demek değildir. Zaten etnik devlet tarihte örneği kolay bulunabilen bir model de değildir. Ulus devlet homojen toplum demektir. Dili, dini, kültürü benzer insan topluluklarının oluşturduğu siyasal yapının adıdır.

Ulus devletler aşamasına Avrupa bizden çok daha önce geçti. Çünkü Roma çağından sonra imparatorluklar uzun ömürlü olmadı. Bunun bir sebebi de üretim ilişkilerindeki değişimdi. İmparatorlukların sonsuz sayıda feodal birimlere bölündüğü sıralarda burjuva diye bir insan türü ortaya çıkmış ve bu insanlar ekonomik imkânlarını kullanarak zadegân yönetimlerinin yerine kendilerinin belirleyici rolde oldukları “halk egemenliğine” dayalı rejimler ihdas etmeye koyulmuşlardı. Feodalite sona ermiş, modernite doğmuştu.

Burjuvazinin egemen olduğu yani halkın demokratik katılımının sağlandığı yönetimlerin yeniden imparatorluk çatısı altında bir araya getirilmesi artık düşünülemezdi. Ama etnik ayrışma için aynı şeyi söyleyemeyiz. Bugün bile etnik temelde siyasi otonomiye sahip olmayı isteyenler var. Sözgelimi Belçika’da.

Ama... Avrupa’da herhangi bir aydının “nerden geçtik şu ulus devlet aşamasına” diye hayıflandığına kolay kolay şahit olamazsınız. Biz buna her gün şahit oluyoruz. Türkiye’de “ulus devlet” kavramı bazı aydınlardan “bütün kötülüklerin anası” muamelesi görüyor. Ulus devletin nihayetinde tarihsel ve sosyolojik bir aşamanın ürünü olduğunu kabul etmek istemiyoruz sanki.

Elbette bütün ulus devletlerin olduğu gibi bizim ulus devletimizin de bazı sorunları var. Bunlar aslında modernitenin sorunları. Mesela çoğulculuk noksanlığı gibi. Bir de bizimkinin etnik kimliklerle ilgili ekstra sorunları var. Ulus devlet inşası adı altında etnik kimliklerin inkârını da bagajında muhafaza eden bir tecrübe bizimkisi.

Kemalist rejim laikleşme politikalarını uygulamak için “çok etnili” bir millet anlayışından uzaklaşmak durumundaydı. Çünkü millet dediğiniz yapı “Kürtlerden, Çerkezlerden, Gürcülerden, Boşnaklardan, Arnavutlardan vs” oluşuyorsa bütün bu unsurları bir araya getiren şeyin ortak kültür, yani Müslümanlık olduğunu kabul etmiş olacaktınız. Kemalistler işte bu sakıncayı ortadan kaldırmak için “etnik homojenite” yalanını uydurdular.

Her ne kadar bu politika artık terkedilmiş olsa da, biz yine “ulus devlet” deyince bu tarihsel tecrübeyi hatırladığımızdan tuhaf tepkiler vermekten kendimizi alıkoyamıyoruz.