Nükleer müzakereler

İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, Başkan Obama’nın İran politikasına alenen meydan okuyor. Netanyahu beyanlarında bu politikaları, yaklaşmakta olan büyük bir tehlikenin karşısında bilinçli bir yanlış yönlendirme olarak resmediyor. Fakat İsrailli liderlerin, ABD’nin İran’ın nükleer programıyla ilgili yeni bir diplomatik sürece girmesi konusunda rahatsız olmaları ve açıkça şüphe etmeleri şaşırtıcı değil. Çünkü olası en iyi diplomatik netice bile, büyük ihtimalle İsrail’in taleplerini karşılamayacak bir taviz olur. Fakat meseleyi uluslararası toplumun kriz gündeminden çıkarabilir.

İran ve P5+1 grubu arasında sürmekte olan müzakereler için İstanbul’da belirlenen temel prensipler, “Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması”na (NSYÖA) uyum ve karşılıklılık temelinde, adım adım somut eylemler içeren kesintisiz bir süreç. Sadece bu çerçeve bile, NSYÖA’yı imzalamamış olan ve İran’ın uranyum zenginleştirme kapasitesine sahip olmasına izin verilemeyeceği konusunda ısrar eden İsrail’i korkutuyor. İran bunu henüz kabul etmedi ancak NSYÖA İran’a tüm nükleer çalışmalarını Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) denetimine açma zorunluluğu getiriyor ve bu, İran’ın barışçı amaçlarla uranyum zenginleştirme hakkını da güvence altına alıyor. Böylelikle NSYÖA’ya dayanan bir diplomatik çözüm, İran’ın nükleer kapasitesini silah üretimi için kullanmasına karşı tedbirleri güçlendiriyor. Fakat İsrail’in ve Fransa ve Washington’daki savaş taraftarı unsurların taleplerinin aksine, İran’ın zenginleştirme kapasitesini etkisiz hale getirip ortadan kaldırmıyor. Mevcut diplomatik sürecin ilk odağı, İran’ı, BM Güvenlik Konseyi’nin uranyum zenginleştirmeyi durdurması talebine derhal uymaya zorlamak değil. Bunun yerine arabulucular, İran’ın bölgede % 20 saflıkta uranyum zenginleştirmesi hususunda “güven artırıcı” önlemler peşindeler. Tahran’ın programının görünüşte bir tıbbi araştırma reaktörünün ihtiyaçlarını karşılamak için uygulanan bu boyutu, İran’ın reaktör yakıtı olarak üretmekte olduğu % 3.5 seviyesindeki düşük zenginlikte uranyumdan silah düzeyine çok daha yakın (gerekli yeniden işleme süresinde) nükleer malzeme üretiyor. Batılı güçler, Tahran’ı bu seviyedeki zenginleştirmeyi durdurmaya ve mevcut % 20 malzeme stoğunu yakıt plakasına dönüştürülmek üzere İran’dan göndermeye ikna etmeyi umuyorlar.

 ***

İranlılar tıbbi ihtiyaçlarının artık karşılandığını ileri sürerek, %20 zenginleştirmeyi durdurabileceklerini ifade ettiler. Fakat karşılıklılık ilkesi altında, işbirliğinin bedeli olarak yaptırımların hafifletilmesini talep ediyorlar. Aslında Tahran, Batı’nın istediği bir anlaşmayı hızlandırmak için Batı’yı yaptırımları kaldırmaya zorluyor. Batılı güçler ise ilk hamleyi İran’dan bekliyorlar. Dışişleri Bakanı Hillary Clinton şöyle dedi: “Biz eyleme karşılık eyleme inanırız. Fakat bu durumda eylemin sorumluluğu, ciddiyetlerini göstermeleri için İranlılar’ın üzerine düşüyor. Ve biz de uygun şekilde karşılık vereceğiz.” Yine de İranlılar ancak Batı’nın böyle bir hamleye nasıl karşılık vereceğini bilirlerse o somut adımı atacaklar. 23 Mayıs’taki Bağdat toplantısı öncesindeki hazırlık müzakerelerinde ve muhtemelen sonrasında odakta muhtemelen karşılıklı adımların tanımlanması ve sıralanması olacak.

Başkan Obama için seçim döneminde İran’a yaptırımlar konusunda “taviz” vermek kolay değil ve Netanyahu ABD’nin sert bir tutum alması için tam da böyle bir zaafiyeti sömürmeyi amaçlıyor. ABD İran’dan her istediğini diplomatik süreç içinde alabilecek gibi görünmüyor ve sonunda verilecek tavizler, Obama’nın rakipleri tarafından kolayca acizlik olarak lanse edilebilir.

İran’ın % 20 zenginleştirmesine son verecek güven artırıcı bir anlaşma, nükleer yenişememe durumunu çözümlemez. Fakat gerginliğin tırmanmasını engeller ve daha sürdürülebilir bir diplomatik çözüm süreci için zaman ve alan yaratır. Böyle bir anlaşma İran’ın yakınlarda attığı bazı tehditkar adımları (%20 zenginleştirmenin genişletilmesi) tersine çevirebilir. Ancak İsrailli liderler aynı zamanda bu anlaşmanın, kabul edilemez buldukları, önceki düşük seviye zenginleştirme durumunu teşvik etmesinden ve İran meselesini gündemden düşürmesinden endişe ediyorlar.

***

Aslında İsrailliler, İran’ın kendi başbakanları Ariel Şaron’un stratejisini takip etmesinden korku duyuyor olabilirler. Şaron’un 2005 yılında Gazze’den çekilişi; Filistinliler ile anlaşmaya varmaları konusundaki uluslararası baskıyı azaltmak, barış sürecini dondurmak ve İsrail’in Batı Şeria’daki kontrolünü güçlendirmesi için ABD’den onay alması için tasarlanmıştı. Aynı mantıkla İran da %20 zenginleştirmeyi durdurmayı kabul ederek, Batı’nın NSYÖA kuralları dahilinde düşük zenginleştirme hakkını kabul etmesi ihtimalini güçlendirebilir ve bir yandan da yaptırımları hafifleterek meselenin acil küresel güvenlik öncelikleri arasından çıkmasını sağlar. Ve ‘hiç yoktan iyidir’ şeklinde nitelendireceği bir çözümün olasılığı İsrail’i, diplomatik sürece kafa tutmayı sürdürmeye itecektir.

* Bu yazı STAR Gazetesi için kaleme alınmıştır.