Önce sistem, sonra yetenek

Hüseyin Göçek ve yardımcılarının muhteşem yönetimi, maçı okuma becerisi ve oyun hakimiyeti. Eboue’nin ligimizin hinliklerine ilk günden ayak uydurmuş oluşu. Taraftarın futbola inancını her geçen gün biraz daha yitirişi. Öteleme ve eyyamın damgasını vurduğu, icat üzerine icat çıkarılan bir sezon. Maçın sonlarındaki görüntüye kızmak bile gelmiyor elimden.

Yine de bütün bunlar Beşiktaş’ın etkisiz futbolunu açıklamaya yetmez. Anlaşılan kötü alışkanlıklar kolay kolay geride bırakılamayacak. Bu kadar kopuk, yayınık bir 4-3-3 olmaz. Öyle olunca pres de yapamazsın. Oysa Kartal’ın en büyük eksiği burada zaten. Maçtan önce Melo-Selçuk hattına dikkat çekmiştim; en az zorlandığı bölge burası oldu G.Saray’ın. Mutlak kazanman gereken maçta 2. yarı ilk gol girişimi dk. 67’de geliyorsa, oturup düşünecek ve şu gerçeği farkedeceksin:

Bireysel yetenekler üzerine oyun stratejisi kurulmaz. Ne yazık ki Schuster gittiğinden beri bu yönde bir anlayış hakim Beşiktaş’a. Oysa, öncelikle “belli bir oyun anlayışı” benimsemeniz lazım ki bireysel yetenekler ön plana çıksın. Aksi durumda 2-3 maçta bir bu yeteneklerden birini kurtlar sofrasına atmış olursunuz.

Schuster’li Beşiktaş Guti ve Q7 gibi yeteneklerin kendini göstereceği modern bir futbol anlayışına uyum sağlama derdindeydi (Simao ve Fernandes’i eklemiyorum, Schuster’in onlarla geçirdiği zaman kısıtlı sayılır). Schuster gittiğinden beri bu kadronun ne yaptığı, ne oynamaya çalıştığı belirsiz. Kadro genişledi, oyun geriledi. Tuhaf bir hal. Şunu da ekleyeyim: Bir tek Fernandes’in bu sezonki bireysel parlayışına güvenirseniz, ona da yazık edersiniz. Gelecek sezon için ısrarımı sürdüreyim ben: Beşiktaş’a “hücum futbolu” yandaşı, hırslı, hedefleri olan bir yabancı teknik adam gerek.

Türkiye’de ırkçılık yokmuş

Emre Belözoğlu ile Zokora üzerinden yürüyen “ırkçılık” tartışması malum. Zokora tepkisini dile getirdi, Emre “söylemiş olabilirim” dedi, ertesi gün basın toplantısında iş bambaşka bir yere gitti. Ben vicdani kanaatimi söyleyeyim: İkna olmadım. Konu sadece Emre meselesi değil, çünkü ikna olmayışımı anlaşılır kılacak sayısız örnekle geldik bugüne. Oyuncusundan “Yamyam” diye söz eden kulüp başkanından “Zenci arkadaş” diyen hakeme kadar hangi bir örneği sayayım? Şeref Bey’deki “Hepimiz Zenciyiz” pankartı boş yere açılmadı ya bu ülkede!

Sakın ha “İngiltere’den ithal” işine falan girmeyelim, İngilizce bir sözcüğe sığınmaya kalkmayalım. Gündelik dilimizde aşağılayıcı, küçümseyici, yerici, yoksayıcı, hatta “nefret suçu”na örnek oluşturacak nice sözcük ve tanım barınıyor. Hepimiz kolayca, fütursuzca, düşünmeden kullanıyoruz bunları. “Ben sevecenlikle, kötü niyet olmadan söyledim”, “Ağzımdan öyle çıkıvermiş” demek de kurtarmaz. Şimdi tartıştığımız bir ilk mi? Değil. İstisna mı? Hayır. “Dış mihraklar”a ve komplo teorilerine bunca düşkün, bugün bile oldukça dışa kapalı yaşayan bir toplumda şaşırtıcı değil bu. “Türkiye’de ırkçılık yok” demekle geçiştirilemez.

Türk futbolu tertemiz

Aslında bu son tartışmanın aldığı hal bile 3 Temmuz’dan bu yana yaşadıklarımızın özeti. Gelip gelip “Yok öyle bir şey canım, nereden çıkardınız?” saçmalığına bağlanan bir güldürü. 3 Temmuz bize ciddi bir “arınma” fırsatı sunmuştu. Görmezden geldik. Son dönemde toplumsal yaşamın hemen her alanında sorgulanan hukuksuzluk ve kokuşmuşluk, meğer hiç uğramamış Türk futbolunun yanına. Tertemiz kalmış Türk futbolu:

Irkçılık yok. Şike, teşvik yok. Mafya ilişkileri yok. Kanunsuz, yetkisiz menajerler yok. Para aklama, yolsuzluk yok. Masa başı oyunları yok. “Nüfuz politikaları” yok. Kongre dümenleri, kokuşmuş delege yapısı yok. Bütün bunları tartışmayı olanaksız kılan ahmakça bir “fanatizm” ve “takım saplantısı” yok. Yok oğlu yok! Başımıza örülen bunca çorap dış mihrakların oyunu olsa gerek. Amaç: Yeni binyılın yükselen değeri olan ve play-off gibi devrimci yenilikler sunan Türk futbolunu alaşağı etmek!