Mustafa KARAALİOĞLU
Mustafa KARAALİOĞLU
Tüm Yazıları

Peki, vurmanın bir adım sonrası

Türkiye’nin Suriye’ye cevabını silahla vermemesi bir gurur meselesi midir? Ya da ancak Suriye vurulursa mı düşürülen jetin hesabı görülmüş olur?

Böylesi sorular şehvet uyandırır ama dış politikanın çerçevesini çizmeye kafi gelmezler. Herkes biliyor ki Türkiye pekala misilleme yapabilir; buna muktedirdir. Yüreğini soğutmak isteyenler de müsterih olsunlar. Ankara’nın bu gücü, imkanı ve de haklılığı vardır.

Daha ileri gidelim.

Böyle bir vak’a, mesela 8, 9, 10 yıl önce olsaydı daha da rahat vururdu. Yani daha küçük ekonominin üzerinde oturup, sınırlı bir dış politika alanını işgal ederken misilleme için Türkiye’nin eli daha da rahattı. Çünkü o zaman yapılanın sadece “misilleme” olduğu herkes tarafından bilinirdi. Dolayısıyla da ne içeriden ne de dışarıdan başka bir beklenti oluşmazdı. Yaptı yaptım, o kadar.

Bugün şartlar tamamen farklıdır.

Türkiye, ihmal edilmiş onyıllardan sonra bölgeye yeniden dönmektedir. Kırgınlıklar giderilmekte, mesafeler kısalmakta ve ticari ilişkiler geometrik şekilde büyümektedir. Türkiye’nin Müslüman-Arap coğrafyasında büyük bir potansiyeli, heyecan verici bir geleceği vardır. Hassa adımlarla, güven verici diplomatik hamlelerle ve muhataplarını etkileyen sembollerle ilmek ilmek örülen bir süreç yaşanmıştır. Ortadoğu’ya kıymetli bir mesai harcanmıştır.

Öte yandan... Suriye ise sallantıda olan günleri sayılı bir azınlık tarafından yönetilmektedir. İç savaş halindedir ve her gün katliamlar yaşanmaktadır. Esad ve adamları, Türk jetine açtıkları ateşin kat kat fazlasını her gün kendi vatandaşlarına yöneltmektedirler. Rusya desteği hariç (Ve elbette Çin ve İran ama diğerinin vetosu kalktığında bunlar ikincil desteklerdir) savunucusu kalmamış bir ülkedir.

Şimdi, imkan ve fırsatlar ışığında seçeneklerimizi bir daha değerlendirelim.

Bir yanda bölgesel ve geleceği kuran strateji diğer yanda ise kaybedecek şeyi kalmamış giderken herkesi ateşe atmaya hevesli serseri mayın bir rejim. Misilleme mi, vurup yıkmak mı? Yoksa o rejimin eriyişini sabırla bekledikten sonra gülen olmak mı? Kararı bu denklemin sonuçlarını hesaplayarak vermek gerekir.

Bugün Türkiye, Suriye’yi sadece kendi hukuku adına vurduğunda, bu hukuku aşan bir sürecin tetiğine basıp basmadığı kestirilemez. Çünkü, Suriye’ye atılacak her mermi aynı zamanda uluslararası bir gerilim noktası halinde kan bulanmış halde yaşayan bu ülkede öfkenin kontrolden çıkmasına yol açabilir. Dahası, Türkiye’nin bire bir misillemesinin bundan sonra akacak kanların gerekçesi sayılmayacağının garantisi yoktur. Şam yönetimi dünyaya karşı gösterebileceği ete kemiğe bürünmüş gerçek bir düşman arıyor, Türkiye bu fırsatı vermemelidir.

Esad ve adamları, başlarına yeterince bela olan Özgür Suriye Ordusu ve diğer direniş gruplarıyla uğraşmaya devam etsin.

Türkiye tehlikesinin aktif hale gelmesi Suriye diktatörü için son ve bulunmaz bir motivasyon olacaktır. Karşımızda zaten kontrolden çıkmış bir yapı bulunuyor ve Türkiye’den atılacak her kurşunun hıncını kendi masum halkından çıkarmayacağının da garantisi yoktur. Esad’ın Türkiye henüz bir hamle yapmamışken sarfettiği “Gerçek bir savaşın içindeyiz” cümlesi de aslında bunu anlatıyor. Hatırlayalım, şimdiye kadar savaş yerine “terörle mücadele” düzeyinde bir jargon kullanıyordu.

Suriye rejimi yaptıklarının karşılığını zaten uzun olmayan bir vadede görecektir.

İşte bu yüzden, cezalandırma hakkını ilan edip gerektiği zamanda kullanılmak üzere uhdede bulundurmak Türkiye için en doğru, Suriye için de en çok endişe uyandıran pozisyondur.

Sabırla beklemek can sıkıcı gibi olsa da alacaklı kalmak için zorunludur. Ayrıca unutmayalım ki, dünya da Esad’ın gidişini sabırla bekliyor.