Pokut, Elevit, Avusor

Kıskandırmak gibi olmasın, harika bir tatilden yeni döndüm.

Aslında tam da dönemedim, aklım fikrim hep orada. Hayallerin ötesinde bir coğrafyada mekan bulmuş tatlı hatıralar arasında, öyle ‘mesut bahtiyar’, hâlâ dolaşmaktayım.

Efendim Doğu Karadeniz’den bahsediyorum. Trabzon’dan, Rize’den. Kaçkar’ların o güzelim esintili yaylalarından, uğultusuyla çağıltısıyla sizi bir deli rüyanın içine çekiveren Fırtına Vadisi’nden, coşkun akan derelerden, şelalelerden, çam ve ladin ormanlarından, bin bir renk yayla çiçeklerinden, eğlenceli pratik Karadenizlilerden...

Daha önce pek çok kez heveslenip niyetlenmiş idim ama bir türlü nasip olmamıştı. Şimdi ise bütün tatil ve kaçış planlarımı Kaçkarlar süslüyor diyeyim, siz anlayın.

Yaylalar yaylalar

Diğerlerine göre rakımı çok daha az, yapılaşması fazla olan, otantik halini kaybetme tehlikesi yaşayan yayla, Ayder. Bölgenin turizm potansiyelinin artmasının doğal bir sonucu olarak çok sayıda otel yapılmış, yapılmakta. Ayrıca, modern kaplıcasıyla da cazibe oluşturuyor. Hem doğaseverler, hem şifa arayanların otelleri doldurduğu, turist de velinimet sayıldığı ve her şey onların istek ve ihtiyaçlarına göre şekillendiği için Ayder diğer yaylaların Paris’i durumunda.

Bana ‘bu bir rüya olmalı’ duygusu yaşatan yayla Pokut oldu. Sisler içinde yüzen Kaçkarların güzel bir sırtına kurulmuş Pokut. Kavisli, oylumlu, yumuşak... En eskisi 250 yaşında olan 50’ye yakın ahşap yayla evi o sırtı bezemiş. Vardığımızda hava açıktı ve renklerin canlılığı gözümüzü alıyordu. Yeşilin kaç tonu, çiçeklerin kaç türü vardı sayamadım. Ama sevgili neden ‘yayla çiçekleri’ne benzetilir anladım.

Çamlıhemşin’den Pokut’a varan araç yolu, diğer yayla yolları gibi hayli bozuk ve bol virajlı. Ama adrenalin artıran bir yolculuğun ardından varacağınız yaylaların, çektiğiniz sıkıntıyı daha o dakikada unutturacağına bahse girerim. Sal’dan Pokut’a, Pokut’tan Hazindak’a ve oradan da Ayder’e yürümüş biri olarak derim ki, ne yapın edin mutlaka siz de yürüyün.

Elevit’e de Fırtına Vadisi’nin harika manzarası içinden geçilerek varılıyor. Dere boyu asma köprülere istinasız hayran kalınıyor. Dağların güneş görmemiş kuytuları karlı. Bazı ahşap yayla evlerinin bacası tütüyor, inekler özgürce otluyor, çıngıraklarının çıkardığı seslerle tezeklerinin yaydığı koku ‘fotoğrafı’ tamamlıyor. Evler önünde çene çalan yaylacılar da pek neşeli.

Avusor’da ise ağaç yok, çünkü hepsinden daha yüksek. Yayla evleri de ahşaptan değil taştan. Çığ tehlikesine karşı boyları insan boyunu aşmıyor. Elektriği dereden sağlanan Avusor’un sürprizi ise yayladan bir buçuk saatlik bir yürüyüşle varılan harika gölü.

Kaçkarlar üzerinde kırktan fazla yayla var. Ben bunlardan sadece beşini görebildim ve ezcümle şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Bir ‘ova çocuğu’ olarak ben bu yaylaların hepsine ayrı ayrı aşık oldum.

Söylemezsem çatlarım

Türkiye ile Gürcistan arasında imzalanan anlaşma gereğince sekiz aydır Sarp Sınır Kapısı’ndan vizesiz pasaportsuz şekilde, nüfus cüzdanıyla geçilebiliyor. Sarp Sınır Kapısı, çok önemli çünkü Kafkasya ve Orta Asya karayoluna açılıyor. Geçiş sayısı da zaten çoktan 4 milyonu aşmış vaziyette, gurbetçilerin işlediği Kapıkule ile yarışıyor. Ancak kapının Türkiye tarafı bu yoğunluğu kaldırmakta zorlanıyor. Batum’u gezmek için kapıdan geçerken, güneş altında, egzoz dumanları arasında uzayan yaya kuyruklarına, bağrış çığrışa şahit oldum ve yazmadan edemedim. Bu fotoğraf ‘Yeni Türkiye’ye yakışmıyor. Üstelik Gürcistan tarafında aynı işlemin klimalı ortamda tıkır tıkır yapılabildiğini görünce insan “Gürcistan’ın yaptığını Türkiye yapamıyor mu” diye sormadan edemiyor. Gümrük ve Ticaret Bakanımız Rize milletvekili Sayın Hayati Yazıcı bu duruma acaba ne diyor?