Şimdi, kim İslamcı değil?

Ali İzzet Begoviç, “Doğu/Batı Arasında İslam” adlı eserinde “Bu kitap teoloji değildir, yazarı da teolog değil. Bu bakımdan kitap, doğrusu aranırsa İslamı bugünkü neslin konuştuğu ve anladığı dile “tercüme” teşebbüsüdür. Bu husus bazı hata ve noksanlıklarını izah edebilir; çünkü kusursuz tercüme yoktur” der...

İslamı bugünkü neslin anlayıp konuştuğu dile tercüme” gailesinin üzerinde durmakta fayda var. Benzeri refleks Mehmet Akif’in “asrın idrakine söyletmeli İslam’ı” çıkışında da var. Veya günümüz düşünürlerinden Dr. Ali Allawi’nin “İslam Uygarlığının Buhranı” adlı kitabında; dokusu zedelenmiş, işgal veya dikta rejimlerine mahkum olmuş, bilimsel devinimini yitirmiş, yoksulluğa mahkum, yaratıcılığın çöktüğü bir düzeyde, “İslam Devleti Bundan Sonra Nereye Gider” sorusu da aynı minvaldedir.

İslamcı düşünce, ilk popüler kıpırdanış vakitlerinde (Said Halim Paşa’yı zikredebiliriz) Batı karşısındaki yenilgilere karşı cevaplar ararken belki bu “yenilgi” bilançosu ilkin kaybedilen topraklar, sömürgeleştirilen ülke ve toplumları işaret ediyordu... Daha sonralarıysa Batı karşısında bu yenilgi hissiyatı, giderek daha büyüdü ve mücerret bir karşılaşmayı işaret eder oldu... Bu sefer sadece işgal güçleri veya diktatörler değildi İslamcıları öze dönüş tashih hareketine sevk eden... Modernizmin yeni nesli sürüklediği amorf yitiklik ve kaybedilen İslami kimlik adına daha büyük (yaygın) bir Doğu/Batı hesaplaşması vardı İslamcıların önünde...

Bu yüzden Begoviç’in işaret ettiği ve tercümeyi gerektiren o büyük zaman aralığı ciddi bir sorunsaldı. Ve bugün de Doğu/Batı arasında en ciddi, hayati karşılaşma “zaman ve hayat” bağlamındadır. Begoviç’in maneviyatçı, mistik diye adlandırdığı Hıristiyan idealizminde zaman; sanki Hz.İsa ve havarilerinin resmedildiği eski bir gravürde donup kalmış gibidir. Bunun karşısındaki maddiyatçı, realist ve materyalist duruş ise açıklayamadığı ruh ve insan kavramlarıyla “zaman”ı sadece lineer bir şekilde ileriye doğru giderken kurgulanabilir, üretilebilir bir projeden ibaretleştirdiği için oldukça fakirdir... İşte İslam veya İslamcı devinim; derin dondurucuda tutulan o mistik zaman’cılıkla, kullanışlı ama manyetik plazmayı andıran katı ötesi diğer zaman’cılık arasında bir sarkaç gibidir... Zaman, dünü bugünü olduğu gibi ahireti de olan çok boyutlu, gidişli gelişli bir hafızadır. Hafıza, her an Rab karşısında kul oluş bilinciyle anlam kazanan bir devir daim, canlı toplumsal bir fıkıh, bir hal’dir... Bu onun unutkanlığını önler, bu onu illa ki zafer pragmatizminden de korur. Ama usta bir mekik dokuyucu gibi, an’ın içinde dünü ve yarını sürekli rasat eder. İslamcı rahatsızdır, huzursuzdur, zamanın tercü- mesini yapan kişidir...

***

 

Okuyucularımdan sıkça aldığım bir eleştiriye cevap vererek meseleyi hafifleteyim; “niçin Müslümanım demekle yetinmiyorsunuz da İslamcı gibi bir laf çıkarıyorsunuz” deniyor. 1996’da katıldığım Uluslararası Diyaloglar Enstitüsü’nün Hollanda ve Ürdün’deki oturumlarında ben de benzeri itirazlar getirince Margot Bedran işi şöyle kolaylaştırmıştı; “Sizin Demirel’iniz de Müslüman’dır örneğin, ama onun Erbakan’la bir farkı var, bunu ayırt etmek için böyle şeyler söylüyoruz...”

 

***

 

Ali Bulaç beyefendinin “İslamcılık” bağlamında getirdiği özeleştirilerin hepsine katılmayabiliriz, ama bugün ustalık döneminde olduğu tüm dünya ve ülkemizde ciddi kabul gören bir yapının İslamcılık bağlamındaki özeleştiriden dışlanması veya la’yüsel addedilmesi, ne sosyolojiyle ne de başta atıf yaptığımız “zaman” sorunsalımızla uyuşur. Şayet İslam diye bir derdimiz varsa tabi... Zaten AK Parti İslamcı bir yapıdır diyen kimse de yok, ama AK Parti’nin lideri, dünyanın neresinde sorarsanız sorun “Müslüman bir lider” cümlesiyle temayüz eder ve o elbette Demirel gibi de değildir. Dini bugüne tercüme gibi bir gayesi olmasaydı “Dindar Bir Gençlik”ten de söz etmezdi zaten...