‘Suriye insanı tepeden tırnağa Türk taraftarıdır'

Günümüzü, düşürülen savaş uçağımızı, Beşar Esed’in deliliklerini şimdilik bir yana bırakalım, Kasım 1919’a geri dönelim. İngiliz istihbaratının Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki en önemli adamlarından Binbaşı J. N. Clayton’ın Londra’ya yazdığı şu rapora bir göz atalım:

“Görüştüğüm çeşitli eşraf ve ileri gelenler, Suriye’deki bütün orta ve alt sınıfların Türk taraftarı olduklarını beyan etmişlerdir. Halep’te de durum aynıdır. Müslüman çoğunluk ve Şam Vilayeti’nde çok sayıda Müslüman Arap, Türk emellerine yakınlık duymaktadır ve sevilmeyen, istenmeyen bir Avrupa devletinin mandası altında kalmaktansa, Türkiye’yle birleşmeyi tercih etmektedirler.”

 

Bu arada Kahire’de bulunan, İngiltere Siyasi Temsilcisi Albay Meinertzhagen, 9 Ekim 1919’da Londra’ya bir rapor yazarak gerek Suriye gerekse de Mısır’daki Müslümanların, İstiklal Savaşı başlatacak Türklere maddi yardım etmek, silah ve cephane göndermek için birbirleriyle yarışa girdiklerini bildirir. Meinertzhagen, Şam’dan Halep’e, elden ele dolaşan bir bildiriden de söz eder:

“Düşmanlarının kötü niyetli ellerine düşmüş kederli bir milletin sesine kulak verin. Dindaşlarınız olarak, aramıza sokulan ve bizi ayırmış olan fitneye, nifaka kulak vermeyiniz. Bütün anlaşmazlıkları aradan kaldırmalıyız. Ve silahlarımızı bizi tutsak eden, bölmek isteyen düzenbazlara çevirmeliyiz. Dinimizin imansız düşmanlarının vaatlerine güvenmeyiniz.”

Bu bildirinin Anadolu’dan gönderildiği daha sonra anlaşılacaktır. Her ne kadar kimi kaynaklar bildirinin altında “M.Kemal” yazdığını belirtse de Mustafa Kemal, hiçbir konuşmasında bu bildiriye değinmez. Her kim yazmış olursa olsun, etkisi tartışılmaz. Gerek Fransız gerekse de İngiliz yetkililer ciddi anlamda telaşa kapılır; olur olmaz insanlar tutuklanır; bildiriyi okuyanlar bile hapse atılır.

Derken 1919’un Aralık ayında, Suriye’den “sayısı yirmi civarında bir grup gönüllü” Anadolu’ya geçip işgalcilere karşı savaşa katılmak ister. Aslında sayı çok daha fazladır da, Suriyeli gönüllüler sınırdaki Fransız nöbetçileri sınamak istemiştir. Ancak sınıra kadar varamazlar bile; içlerine sızan bir casusun ihbarı sonucu, Şam’ın hemen dışında yakalanırlar. İçlerinden adı Cafer olan biri, Anadolu’ya geçmek isteyenlere örnek olsun diye Fransızların en korkunç hapishanesi Şeytan Adası’na gönderilir ve orada tifodan ölür. “Kelebek” adlı kitabında, aynı adadaki mahkumlardan Henri Charierre, bu Suriyeli’den söz eder ve “Şu adamın suçu ne ola ki, buralarda, bizimle birlikte sürünür?” diye sorar.

Uzun lafın kısası Suriyeli’nin bizimle hiçbir sorunu olmadığı gibi, hep iyi niyetle yaklaşmıştır insanımıza. Ancak Suriye yönetimleri pek de halkı gibi düşünmez. Hele de Hafız Esad. Bugün oğlu başta gibi görünse de, Hafız Esad “mezardan yönetmektedir el Muhaberat ve Esad’ın Fedaileri gibi güçler aracılığıyla Suriye’yi”. Eğer gün gelir Suriye demokrasiye kavuşur kendi yöneticilerini seçerse, iki ülke ilişkilerinde hiçbir sorun yaşanmayacaktır. Bunu da bize yakın tarih kanıtlamaktadır.