Tebeşir tozuyla çamaşır yıkamak

Avrupa Futbol Şampiyonası, geçmiş yıllara göre, Türkiye ekranlarında en az izlenen organizasyon oldu. İlgi düşüklüğünün temelinde, 3 Temmuz sonrası gelişen şike davasının futbolseverler üzerinde yarattığı kirlilik duygusunun olumsuz etkisi var. Statlardan belirgin ölçüde ciddi bir kaçış gözleniyor. Bu durum milli takım maçlarına kadar yansıdı. Yeni teknik direktörümüzün yönetiminde yurt dışında yaptığımız bazı özel karşılaşmaları, 250 ya da 500 kişi izledi. Vaziyet vahim.

Hem ilgi hem itibar kaybının yarattığı boşluk; yayıncı şirketin üye sayısını da etkilemiş ve sıkıntı yaratmıştı. Ancak; açığı kapatmak için yapılan ek süre düzenlemesi, Rekabet Kurulu’nun vetosuna uğramıştı. Yani sorun; sadece statlardan kaçışı değil, ekranlardan da kaçışı içeriyor. Dekoder sayısındaki düşüş, çok ciddi bir sorun haline geldi. Parası peşin ödenmiş kombine kartı sahipleri bile, statlara gelişinde “Alarm durumu” niteliğinde bir isteksizlik gösteriyor.

***

 

Bütün bunlar; Türk futbolunun acil olarak masaya yatırılıp konsültasyon yapılmasını zorunlu kılan acı gerçeklerdir. Gözardı edilemez, savuşturulamaz.

Bu yazı yazıldığı anda; mahkeme kararı henüz açıklanmamıştı. Sonucu bilmiyoruz... Ama ağır cezalar da çıksa, beraat kararları da alınmış olsun; var olan kirlilik asla temizlenmiş sayılmayacaktır. Üstelik kaos daha da derinleşecektir.

Ceza vermek ya da affetmiş olmak; konuyu hiçbir şekilde bitirmiş olmayacaktır. Türk futbolundaki iflas duygusunun islahı ve iade-i itibar; sadece adli kriterler baz alınarak sağlanamaz. Vicdan, akıl, sorumluluk duygusu, utanma duygusu, hakkaniyet duygusu, bilgi, cesaret ve inanmış olmak; aynı anda ve birlikte gerekir.

O da bizde olmadığına göre; bu işi çözemeyeceğiz demektir. Kazana çamaşır suyu koymadan, tebeşir tozuyla aklamaya çalışmak; bir yere kadar...

Moruk değil, koruk!

İspanya’nın şampiyonluğu ile sona eren Avrupa Futbol Şampiyonası; korkunun ecele faydası olmadığını açıkça gösterdi. Savunmaya gerektiğinden fazla önem vermek, aktif olmak için sadece rakibin hata yapmasını beklemek, zamanı kollamak, rakibi oynatmamak üzerine kurulu stratejiler; artık çağdışı kalmaya mahkum... Futbolu cesaretlendirmek; 70’indeki Del Bosque’nin gözü karalığına kalmışsa, vay dünyanın haline...

“İnadına 3 forvet oynatacağım” diyen İspanyol hoca, takımı finalde 2-0 öndeyken bile, oyuncu değişikliğini hala forvetten yana kullanıyorsa; ondan çok daha genç hocaların ellerini başlarına koyup “Biz ne yapıyoruz” diye düşünmesi gerek.

Konunun bu noktasında, kendi özdeyişimi yazayım:

“Cesaret hiç korkmamak değildir. Ne zaman korkulmaması gerektiğini bilmektir. Don Kişot’luk ise; zaten korkulmaması gereken zamanlarda, korkmadığını ispata çalışmaktır.”

 

Del Bosque de, bir İspanyol ama Don Kişot değil. Belki cesur da değil... Ama ne zaman korkulmaması gerektiğini biliyor.

İnce, fakat özel bir fark!

İşte bu fark; bir dünya devi olan İtalyanların karşısında bile 4 farkı getiriyor. Rakibe göre değil, duruma göre pozisyon alıyor... Malın etiketine değil; prospektüsündeki bileşiğine bakıyor.

Adam 70’inde bile moruk değil, koruk!

Hem Balotelli, hem çiftetellli

Kimileri, “Balotelli şampiyonanın yıldızı” deyip duruyor. Yıldız olmakla kafayı yemiş olmayı birbirinden ayırın... İki gol attı, saha ortasında heykel pozuyla spastik gol sevinci gösterdi diye afişlere taşıyın ama; yıldız demeyin. Kafayı sıyırmıştan yıldız olmaz. Anca geçici ünlü olur.

Kırmızı kart görmeye doğal aday görünümündeki planlı agresif tavırları, onu geçmişteki kaliteli yıldızların locasına sokmaya yetmez. Hem ruh sağlığı hem tekniği uygun değil. Geçmişteki şampiyona yıldızları ile eş değerde tutulması için, daha 20 fırın ekmek yemesi lazım.